ne olursan ol gel, ama çok uzun kalma

mevlevi tekkesi değil canım burası

12 Haziran 2015 Cuma

BİR ERKEĞE VURULAN YÜZ AŞK DARBESİ (4.BÖLÜM)

SANAT FAKÜLTESİ MEZUNU MÜZEYYEN

Aklıma tüküreyim. Daha doğrusu şansıma ya da her ikisine birden. Bu bela başıma alkole olan zaafım yüzünden geldi. Hayatımda, alkolden tiksindiğim çok az an vardır ve o anlarda kendime 'Bi daha bu kadar çok içmiycem' derim ve biter. Çünkü yine içerim. Ama bu bitmeyen, bitmeyecek, tükenecek ve tükenirken tüketecek bir mevzuydu ve her zaman müşteri dediğimiz, tüketici haklıydı. Sergi açılışı görünce, götün götün içeriye girdim. İşim yoksa, boş zamanlarımda sergi gezmem ama şarap içerim. Şarap içmek benim için; Edip Cansever'dir, Cemal Süreya'dır. Zaten diğer sanatlardan pek anlamam. Fakat ikinci kadehten sonra, güzel bir kadın görürsem ya da memeleri güzel bir kadın görürsem, ki bacaklara da şiir yazılabilir bence, bel de çok önemli, hiç olmadı bir kadın görürsem, ben de şair olurum veya sanat eleştirmeni. Müzeyyen'in yaptığı tablonun yanında kalçaları duruyordu. Müzeyyen, kendisini tebrik eden amcalara, teyzelere, belediye başkanına, halasının oğluna; kalçalarıysa bana teşekkür ediyordu. "En iyi çalışmanız bu Müzeyyen Hanım" diye lafa girdim. Bana doğru döndü, hiç tanımadığı bir adam kendi tablosuyla ilgileniyor, üstelik onu takip ediyordu. "Teşekkür ederim" dedi. Hiç ondan tarafa bakmadım, tabloya odaklanmış gibi yaptım. Müzeyyen kendisini tutamadı ve "Bunu diğerlerinden değerli bulmanızın nedeni nedir?" diye sordu bana. 'Valla bu yoklukta, bahtımıza ne çıkarsa' diyemedim. "Bazı tabloların güzelliğini görmek için bütüne bakılmalı, bazılarındaysa detaylar çok önemlidir. Ne bileyim insanı kendine çeker, içinde bir heves uyandırır. Anlatabildim mi?" dedim, kalçalarına. Anlamıştı Müzeyyen. Beni, akşam arkadaşlarıyla içecekleri mekana davet etti. Müzeyyen'in arkadaşları, üçü kemik çerçeveli gözlük takan, dördünün vücudunun görünebilir yerlerinde dövme olan, ikisi nihilist, biri budist, toplamda bir kaç sevemeyeceğim insandan oluşuyordu. "Ne oldu canım, sıkıldın mı?" diye sordu Müzeyyen. Kulağına eğildim ve "Aslında çok söylemek istediğim bir şey var ama utanıyorum." dedim. Tabi ki bana 'canım' dedikten sonra ne olduğunu bilecek ve bana yardımcı olmak için elinden geleni yapacaktı. "Çok güzel olmuş" deyip teşekkür ettim. Müzeyyen'in yatağından seyrettiğimiz ve sadece bir penis şeklinden oluşan ama aslında benim nü portrem olacak tabloya. Erken uyanması, evden çıkış süremi uzatmıştı, yine de işe gitmem gerekiyordu. Her ne kadar iş yerinde benden başka kimse olmadığını söylesem de duş alıp çıkmam konusunda ısrarcı olunca karşı koyamadım, ihtiyacım da vardı. Hayatımda ilk defa bir kadın sırtımı keseliyordu ve burada anlatamayacağım bir takım güzellikler... Kardeşlerim, "göt" dediğin nedir ki, bok üretir bok! Elimde bi otuzbeşlik rakı, bok yoluna gidiyordum ben de. Adresi kolay akılda kalan kadınlara da zaafım var. İçeri girdiğimde, kendi portremin üzerinin örtüldüğünü gördüm. Müzeyyin'in karşısındaki model, tam bir orospu çocuğuydu ve çıplaktı. "Yanlış zamanda geldim galiba" dedim. Aslında ben yaratıcıya yakarıyordum ama Müzeyyen üstüne alındı. "Hayır canım, saçmalama. Sen geç takıl kafana göre, birazdan benim de işim biter sana eşlik ederim" dedi. Ulan arkadaş, ben bardağa rakı koyuyorum, tam ağzıma götürücem, herif kaldırıp bana koyuyor. Tuale bakıyorum, 'rakı mı sahte lan' diyorum kendi kendime, Müzeyyen bildiğin adamın nü portresini yapıyor ve boyu benden uzun. Arada kadehlerinden birer yudum alıyorlar, yine devam. Ben bardağı kaldırıp indiriyorum, piç kurusunun orası burası kalkıp iniyor, Müzeyyen de bi kalça var, zaten başa bela. Lavuk, bana "Kusura bakmıyosunuz di mi, bazen şey oluyorum da" demesin mi bir de, bir de Müzeyyen "Yok, erkek arkadaşım bunları sorun etmez" demez mi? Ulan kalkıp gidicem, gidemiyorum, elimi ayağımı nereye koyacağımı bilmiyorum. Müzeyyen durumu anladı ve "Biraz ara verelim mi?" dedi. Müzeyyen tuale uzun uzun bakarken; lavuk, portresini bir örtüyle kapatıp yanıma geldi. Bu arada, ben bilmem ne diye elini bana doğru uzatıyordu ki, "Alkole ve adresi kolay bulunan kadınlara zaafım var. Şimdi siktir git lan burdan!" diye bağırdım. Üstünü bile giyemeden, beline sardığı örtüyle kaçtı gitti. Müzeyyen, beni donumu kadar soyduktan sonra yatağa yatırdı ve tarifleyemeyeceğim kadar güzel bir masajla bütün sinirimi aldı. Sabah çıkarken, "Akşama ne yapmamı istersin?" diye sordu. "Kalçalarından başka bir şey istemiyorum" diye cevapladım. Müzeyyen'in yedek anahtarıyla kapıyı açtım ve eve girdim. Salon, mutfak ve yatak odası aynı yerdeydi ve ortalıkta kimse yoktu. "Müzeyyen" diye seslendim. "Banyodayım, birazdan çıkarım. Sen ken keyfine bak" diye cevap verdi. Kendime bir duble rakı koyup, Müzeyyen'in çalışmalarını incelemeye başladım. Artık şiir dışında da bir sanat dalında kendimi geliştirmem gerekiyordu. Fakat boy boy penis portreleri beni benden almıyordu. Önce banyodan çıkan yarım kalmış portreyi, sonra Müzeyyen'i, sonra orospu çocuğunu gördüm. 'Bugün, özgür bırakılan zihinsel çağrışımla...' diye başlayan cümlenin gerisini dinlemeden evden çıktım. Müzeyyen'in oturduğu semtte, sokakta bira içmek abes karşılanmıyordu ve üç bira içtikten sonra fark ettim ki anahtarımı almayı unutmuştum. Bakkaldan altı bira daha alıp, geri döndüm. Kapıyı daha önce hiç tanımadığım bir hıyar açtı. İlk defa bir lavuğun sevgilisi olan bir hıyar görüyordum ve Müzeyyen evde yoktu. Sanırım üçüncü biradan sonra ikisini de evden kovdum, sonra kalan biraları içip sızmışım. Sabah Müzeyyen kahvaltıyı hazırladıktan sonra beni uyandırdı. Bana kahve hazırlamıştı, kendisi şarap içiyordu. Tek bir şey söyleyebildim: "Bi daha bu kadar çok içmiycem".

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder