ne olursan ol gel, ama çok uzun kalma

mevlevi tekkesi değil canım burası

29 Aralık 2016 Perşembe

BİR ERKEĞE VURULAN YÜZ AŞK DARBESİ (17. BÖLÜM)

ÜÇ DAKİKANIN ŞİİRİ

Sırtı dönüktü bana, merdivenlerden iniyordum;
Kahkahasından hoşlandım,
Tek bacağını gördüm, diğer bacağının üstünde,
Duruşundan hoşlandım.

İşim biraz uzundu, kısa kesemiyordum;
Heyecanımdan hoşlandım,
Başımı çevirdim, dosdoğru baktım,
Cesaretimden hoşlandım.

Elini yanağına koydu, düşündü bir an,
Fikirlerinden hoşlandım,
Saçı yüzüne düşünce geriye attı,
Kadınlığından hoşlandım.

Yüzü bana dönük, beni görebilir diyen,
Mahcubiyetimden hoşlandım,
Kaçamakta olsa bakmaya çalışan,
Gözlerimden hoşlandım.

Üstten iki düğmesi açıktı gömleğinin,
Tarzından hoşlandım,
Beni fark edince toparlandı, daha dik durdu,
Memelerinden hoşlandım.

Başımı önüme eğdim,
Utancımdan hoşlandım,
Yüzümdeki gülümseme beni ele verdi,
Hınzırlığımdan hoşlandım.

Umursamaz göründü beni,
..............

Umursamaz göründü beni,
Tüm kitapların yazarı bendim!
.............

Umursamaz göründü beni,
Tüm kitapları yakabilirim!
.............

Umursamaz göründü beni,
Şair olma fırsatı verdi!
............

Umursamaz göründü beni,
Hayal kırıklığından hoşlandım,
Aptal bakışlarımı görünce güldü,
Hayallerinden hoşlandım.

Güldüğümü görünce gülmedi,
Yenilgimden hoşlandım,
Elimi prize sokar gibi yaptım, yanıma koştu,
Elektriğimden hoşlandım,

Yalan olduğunu anlayınca tokadı yedim,
Faturasından hoşlandım,
Gitti yerine oturdu, üste attığı bacağını değiştirdi,
Vakurluğundan hoşlandım.

Yine ayakları yere basmayan,
Avareliğimden hoşlandım,
Lakin bir yol vardı yürümem gereken,
Zorunluluklarımdan hoşlandım.

Yanından geçerken boş duvara bakan,
Asabiyetinden hoşlandım,
Gittiğimi düşününce emin olmak isteyen,
Gözlerinden hoşlandım.

Bana bakıyordu, merdivenlerde duruyordum;
...........

Bana bakıyordu, merdivenlerde duruyordum;
Aymazlığımdan hoşlandım...
..........

Bana bakıyordu, merdivenlerde duruyordum;
Şu an yanına gidebilirim...
..........

Bana bakıyordu, merdivenlerde duruyordum;
Üstelik iki mükemmel bacağı vardı...
.........

Bana bakıyordu, merdivenlerde duruyordum;
Hadsizliğimden hoşlandım,
Patron yanımdan geçerken yol verdim, selam vermedi,
Karısından hoşlandım!

13 Aralık 2016 Salı

BİR ERKEĞE VURULAN YÜZ AŞK DARBESİ (16. BÖLÜM)

YILBAŞI PARTİSİ
Arkadaşlarla her yıl yaptığımızdan farklı bir şey yapmak istiyorduk, yani çok gülelim çok eğlenelim, sonra bazı noktaları unutalım ki utanç duyduğumuzu karşılıklı olarak anlayalım gibi çılgın fikirlerimiz vardı.

Kadıköy yılbaşı kutlanacak yer değildi, orada daha çok arkadaşlarla rakı içer birbirimize kızardık; Taksim barzo doluydu... Bütçelerimiz de şehir dışı bir otele yetmiyordu ki zaten otele vereceğimiz paraya daha çok rakı-şarap-bira-votka-kolonya ya da ispirto alabilirdik... Çılgın partimizi evde yapmaya ve Allah ne verdiyse içmeye karar verdik.

Fakat, yemek ve meze problem olmamakla birlikte, işte anlarsınız ya, olur bazen, hepimizin iki nefes çekmişliği vardır, ondan da mı olsa diye bir iki konuşuldu. 32 yaşında olmama rağmen hala bakkala gönderilen velet muamelesi yaptığı için bana arkadaşlarım, onu da buldum...

Mekan da bizim yazlık oldu tabi ki... Ortamda asılacak kız bile yok biri evli çocuklu, öbürü sadece evli, bir diğer çiftimiz sevgili, benim gibi bir yalnız da var ki, birlikte olsak mutlu olacağımı sanmadığım bir erkek... Ve çılgın bir parti! İçimde neden annemle evde oturmayı seçmedim diye bir soru ve peşi sıra gelen en azından herkes yarın sabah gittiğinde kalan içkiler bana üç gün yeter en az diye kendimi rahatlatma isteği...

"The Man From Earth" filmini bu geceden sonra yazdım. Yanımda bir Sanat Tarihçisi, bir Hemşire, bir Psikolog, bir Akademisyen, bir Öğretmen, bir DalYarak, bir GötVeren, bir de bunların hepsine dersine veren ben vardım: Hz. İsa!

Kar yüzünden 2 saatlik yolu 8 saatte gelmiştim ve kar yüzünden 3 gün daha yazlıktan ayrılamayacaktım. Neyse ki yanımda "Ekmek kalmamış!", "Cigara var mı daha?", "Hadi içelim ya!", "Ya size de rahatsızlık verdik!" diyen düşünceli arkadaşlarım vardı...

Ve nihayet kaçınılmaz sonla karşılaşmıştık, ekmeğimiz-suyumuz-cigaramız ve alkolümüz 16 saat içerisinde tükendi. Malumunuz ben de bakkala giden velet olmaktan köye kadar yürüyüp ekmek-su-82paketsigara-rakı-şarap-bira ve hatta köyde bi yokla dediler de ağızlarının ortasına vurasım geldi!!!

Gittim, ertesi gün insanlar "Ya dün gece abartmışım/abarttık" filan derken biz çılgınların çılgın partisi devam etsin diye 8 km.... Yürüdüm ve burnumdan akan sümük bıyığımın üzerinde donduğu an bakkal kapısından içeri girdim. "Süt,Yumurta,Bal" (Reçel de olabilir) üçlemesinin hangi duygu durumunda yazıldığını o an anladım.

Duygusu şuydu, köyden gitmek kendini kurtarmak istiyordu. "Ne kadar çok ortak noktamız var" dedim. Anlamadı! Güldü sadece. Beni köyün bakkalına alışveriş yapmaya gelen zengin züppeleriyle karıştırdığını düşündüm. "Kar,kış,kyamet..." diye lafa girdim, toparlamak adına, ne diyeceğimi merak ederek baktı bana, ne diyeceğimi bilmiyordum, "Arkadaşlarla kardan adam yaptık, çok güzel oldu" diye bağlamaya çalıştım, yemedi. Koşarak ekmek dolabına gittim 10-12 tane ekmeği kucaklayıp önüne bıraktım. "Kalabalıksınız galiba!" dedi (imalı). "Yalnızım aslında" dedim. "Arkadaşlar dediniz ya, ben yanlış anladım galiba!" dedi (imalı). "Ya sikicem ne kadar malım" diye içimden geçirdim, "Arkadaşlar bugün var yarın yok, yol kapalı, açılır açılmaz giderler, ben yalnızım aslında!" dedim. "12 lira verseniz yeter" dedi...

Eve geldim, ekmek parçalarını çiğneyebilecekleri kadarına bölüp arkadaşlarımın karnını doyurdum, sonra "Aaaa ben sigara almayı unutmuşum" deyip yola koyulacaktım ki git gel 16 km. olunca akşam olduğunu fark ettim. Şöminenin başında en güzel aşk sahnelerini konuştuk filan....

Sabah koşarak köye gittim, köpekler kovaladı, biraz erken yola çıkmışım galiba ortalıkta insan yoktu, hayatımda ilk defa camiye girdim, sabah namazı okunuyordu. İmam karşısında kendisine gülümseyerek selam veren birisini görünce çok şaşırdı. Köpekler uyurken yine sesimi duyunca havlamaya başladı diye düşünmüş olacak ki, bana yormadı. Asıl benim peşime düştüklerini çaktırmamak için "Aleyküm Selam" dedim. "Karıdan mı kaçtın sen de?" diye sormaz mı..... Secdeye vardığı an kaçtım. Sonra faşişt köpekler kapıda pusu kurmuş beni bekliyormuş, bir de onlardan kaçtım.

Köy kahvesinin önüne kadar koştum, bahçe kapısını açmamla kapatmam bir oldu. Faşizme diz çöktürdüm, beni tatlılıklarıyla kandıracaklarını sanarak kuyruk sallamaya başladılar. Terliydim, kirliydim, üşümeye başladım. Kahvenin kapısı birden açıldı. İçeri girdim, dayı bana sımsıcacık bir çay verdi. Ama o'na beni siker diye korktuğumdan "Sımsıcacık" demedim. "Allah razı olsun dayı" dedim. "Ben anlamam o işlerden, hoca gelir birazdan, o'na söylersin" dedi dayı sabah ki evlilik programının tekrarını izlerken. Aldı beni bir telaş! Tekrar kendime kırmızı kart gösterip kahveden dışarı attım. Nazi subayları kol geziyordu. Bir de ne göreyim, ben nasıl evde arkadaşlarımı besliyorum, Duygu da işbirlikçi olmuş köpekleri besliyordu!

Başımdan aşağı kaynar sular döküldü! Duygu beni fark etti ve güldü. "Niye güldün?" diye sordum. "Beni mi bekliyorsun?" diye cevapladı. "Evet" dedim. "Tamam gel açıyorum dükkanı"....

"Issız Adam" projesinin ilk kıvılcımları burada çakmaya başladı. İmam'ın kızı olduğunu öğrenince yani. Artık benim için Yılbaşı günahtı... 8 km. geri koştum ve arkadaşlarımı evden kovdum. İkindiye mütekip öğrendim ki Duygu sevdiği çocukla kaçmış, yoksa köy yerinde kim ne alacak o vakitte! Kahveci dayının yanına gittim, bana evlilik programındaki bir kızı gösterdi, aklımdan geçen gayr-i ihtiyari dilimden döküldü: "Yalnızım aslında".

9 Mayıs 2016 Pazartesi

BİR ERKEĞE VURULAN YÜZ AŞK DARBESİ (15.BÖLÜM)

BİR DÜĞÜN KASABI 

   Türk kadınının bir anne, bir abla, bir hala ve bir bacı, bir evlenilecek kadın, çok namuslu bir kız ve eline erkek eli değmemiş, orası burası gün yüzü görmemiş falan filan diye tabirleri var ya abazan ve sapık bilim ERKEKlerinin yazdıkları, bunlara katılmıyorum lakin, o ne haller, o ne pozlar, o hangi gizli seks partisinden dışa vuran kalçalar, bunu anlamıyorum.

    Ulan altı üstü iki tane insan evlenecek, oturduğum yerden fotoğraf çekmek istiyorum, bir gelinin kafasını, bir damadın kafasını bir kalça kapatıyor. Önce hala kalçası kapatıyor, geniş ve engebeli, sağ lob ve sol lob arasında rakım farkı var. Sonra gelinin en yakın arkadaşı, muhtemelen dul, dışa doğru çıkık, devamında damadın tövbe est... hayvan oğlu hayvanın teki yani, git başka yerde domal lan!

     Düğünde eğlenmek benim için zulümdür. Zaten genel olarak eğlenmek zulümdür. Ben içmeden oynayamam ki, e içerken de oynayamam. Oturduğum yerden fotoğraf çekerim, damada ağzımı oynatarak sesimi çıkarmadan "geri zekalı" derim. Gelinin yanına gidip "bu gecede ınınınınını" diye pis espri yaparım ben bunlarla eğlenirim. Bu ikisi ölse mezarlarının başına masa kur, bana içki ver, yine bunları yapıp eğlenirim.

    Ama bu dünyada iddia ediyorum, tek bir şeyi yapamam, damadın halasının biçimsiz kalçasını gördükten sonra eğlenemem. Yani fotoğraf konusunda çok becerikli olmamakla beraber, şu kadarını biliyorum: hani kadraja giren parmağın oluşturduğu net olmayan ve kirli bir görüntü vardır ya, o parmak sanırım otuz santim uzaktan dursa net ve sevimli görünür. Ama halanın koca götü öyle değildir. Üç metre uzakta durur, büyüktür, sağ lobuna net atsan, sol lob flu kalır ve olabildiğine kirlidir.

     Şimdi bak size hiç inandırıcı gelmeyecek ama, hayatta aldığım küçük zevklerden biri, gelin ve damadı mutlu olduğu anlarda fotoğraflayabilmektir. Ve lanet olası halaların, teyzelerin koca götlerinden nefret ediyorum. Biraz inandırıcı olmuş olabilir.

    Lütfen çocukları bilgisayar başından uzaklaştırın, çünkü bundan sonra duyduklarınıza gerçekten inanmayacaksınız. Damadın halasıyla yattım. Ve çok eğlendim.

7 Nisan 2016 Perşembe

BİR ERKEĞE VURULAN YÜZ AŞK DARBESİ (14. BÖLÜM)

KRİSTİNA

                "Kristina iş yerine ilk geldiğinde, patronumla sevgili olduğuma ilk kez üzülmüştüm. Şimdi onu son kez göreceğim için çok mutsuzum. Bir de artık işsizim."

                Bazı kadınlar vardır. Girdikleri mekanlarda tüm bakışlar komutana selam duran askerler gibi kendilerine dönüktür. İşte benim sevgilim öyle bir kadın. Kristina’ysa daha çok siyasetçilere benziyor; geçerken destek sloganı atasın, avuçların patlayana kadar alkışlayasın geliyor. Alkışlarken sizi takip eden bir çift sevgili gözün olduğunu unutmamanızı tavsiye ederim. Ama zaten Funda küçük pot kırmalarıma alışıktı, fırçayı ofis ahlakı konusunda patronum olan tarafından yedim.

                Doğal olarak kasırga sadece beni değil, evleri, ağaçları, Ardaları, Yusufları, hayvanoğluhayvan Ardaları, Ümitleri ve kitabını siktiğim Ardaları etkiliyordu. Ben iki bira içelim dediğimde götüm ağrıyo, başım ağrıyo diye kaçacak delik arayan herifler, sırf Kristina seviyor diye alkolik oldu. Ve ben yemekten sonra sevgilimle bir kadeh şarap içip hangi filmi izleyeceğimizi belirlemek gibi kutsal işlerle uğraşırken, onlar belki de dans eden Kristina’nın en edepsiz bölgelerine bakıyordu.

                Bu işin böyle gitmeyeceğine karar verdim. Çünkü Kristina o akşam gidecekleri yere beni de davet etmişti. Sevgilimi karşıma aldım ve dedim ki: “Eğer beni işten kovmayacağına söz verirsen, sana bi şey söyliycem” Bana sorgular gözlerle baktı, “Ben Kristina’ya aşık oldum” kovuldum. Böyle olacağını bildiğim için “Aşkım eğer yorgunsan gitmeyebiliriz ama bizim içinde iyi olmaz mı?” dedim. Olmadı, çünkü diğer tüm çalışanlar göbek atabilirdi ama patron ve patronun sevgilisi atamazdı. Zaten çocuklarda (orospu çocukları) Funda’nın orada olmasından kaynaklı en fazla Zeybek kadar oynayabiliyorlardı. Yine de gözünü sevdiğim batı medeniyeti Kristina’ya herkesin bir birey olduğu özgüvenini vermişti. Pistten yanımıza gelip ellerimizden tutunca Funda nazlansa da ben daha fazla kendimi tutamayıp piste attım. Ve o lanet tangoyu çalmak hangi namussuzun fikriydi bilmiyorum ama göt gibi pistte kaldım. Anasını siktiğimin piçi Arda tango biliyordu. Götün götün masaya geri geldim, Kristina’nın bir saniyesini bile kaçırmak istemiyordum ve Funda son üç yıldır duymaktan en çok nefret ettiğim sözleri söyledi: “Çok sıkıldım eve gidelim mi?”. Artık canıma tak etmişti ve dedim ki: “Siktir git ulan, ilik gibi manitayı bu çakallara bırakıp gelip evde senle dizi mi izliycem manyak?” Funda önce kadehteki şarabı suratıma fırlattı, sonra şişeyi kafamda kırdı. Tüm bu rezaleti Kristina’nın görmemesi için “Olur aşkım” dedim ve eve gittik.

                Funda makyajını temizledi ve yatağa girdi. Kristina’nın kırmızı rujunun izi Arda’nın gömlek yakasında, boynunda ve suratında, tadıysa dudağındaydı. Bu halleri düşünmek beni çıldırtıyordu. Kapıyı sessizce çektim ve evden çıktım. Onları bıraktığım mekanda bulamayınca Arda piçine mesaj attım: “Nerdesiniz lan?” Göt lalesi cevap vermeyince aradım, açmadı. Bir Tango Club gördüm, damsız olduğum için içeri almadılar “Yahu dışarıdaki insanın başında dam mı olur, burada mantık hatası” var diye espri yapsam da işe yaramadı. Ben de yoldan bulduğum bir travestiye “Bu dansı bana lütfeder misiniz?” diye sormaktan başka çare bulamadım. Kucak dansının vizitesi 100 liraymış bunu da öğrendim. Yanımda bir travesti altımda kırmızı eşofmanımla bir tango kulübüne girdiğimi fark ettiğimdeyse çoktan geç olmuştu. Esnada telefonum çaldı, Funda arıyor. Hemen koşarak mekandan çıktım, ama fark ettim ki travesiti de peşimden koşuyor. Durdum, durumu anlatmaya çalıştım, çakısını boğazıma dayadı ve tüm paramı istedi. Cebimde sadece 50 lira vardı. Telefonumu da aldı.

                Artık bir uyur-gezer olmaktan başka çıkış noktası bulamamıştım. Funda ertesi gün beni psikologa gönderdi, tabi ki arkadaşı. Derdimi çaktırmadan işin içerisinden nasıl çıkabilirim diye çok çabaladım ve her şeyi daha da karışık hale getirdim. İş yerine döndüğümde Funda beni gülümseyerek karşıladı. Gülümseme no3: Birazdan bana bir hediye verecek. Yok kolyenin yapıldığı taş özelmiş de insanı sakinleştiriyormuş, yok bu kitap başarının sırlarını öğretiyormuş, yok psikolojik durumum düşünülünce 1 hafta izinliymişim. Ne diyosun ulan, ne diyosun? Bu Arda piçi bir hafta da karıyı perte çıkartır. “Ama bitirmem gereken işler var” dedim. “Ben Arda Bey’e söylerim, o sizin işlerinizi de bitirir” dedi. Çaresiz çıktım. Kendi tabutunu taşıyan ilk meftaydım.

                Bir şekilde Kristina’yı görmem, ona ulaşmam lazımdı. Tanınmamak için numaralı gözlüklerimi çıkardım ve güneş gözlüğü taktım. Saat beşte iş yerinden kırmızı uzun elbisesiyle çıktı. Saat altıya kadar nereye gittiğini öğrenmek için takip ettim. Girdiği dükkanın ismini görebilmek için numaralı gözlüklerimi taktım. Kuaföre girmişti. O zaman bu akşam bir randevusu var diye düşündüm. Hava kararmıştı ve tekrar güneş gözlüğü takamayacağım için bir kuytuya çekilip kapıyı gözetlemeye devam ettim. Ve kırmızı elbisesiyle kuaförden çıkarken acı gerçeği fark ettim: Yanlış kadını takip etmiştim.

                İznimin ikinci gününü de Kristina’ya ayırmaya karar verdim. Funda’nın beni gönderdiği boktan yoga kursundan karnımın çok ağrıdığını söyleyerek ayrıldım. İş yerine pizzacı kılığında girdim. Kristina’nın masasına kutuyu bırakıp çıktım. Peşimden Arda pezevengi kutuyu açmış, pizza yerine bir çift bilet bıraktığımı görmüş. Ben salonun kapısında beklerken Kristina’yla birlikte geldiler. Görünmemek için kendimi salonun içine attım. Boş bulduğum ilk koltuğa oturdum. Ve işkence başladı. Kolunu kızın omzuna mı attı o, hayır Kristina da ona mı sarıldı. Filme herkes gülerken ben ağlıyordum. Ara verilince görünmeden kaçtım demeyi çok isterdim kendine has bir melodiyle çalan telefonum beni ele verdi. Arada oturan kişiden rica ettim ve filmi devamında ben de yanlarına oturdum. Filmde kadın gerçek aşkın hangi erkek olduğunu anlıyordu.

                Peki ya sen Kristina? Arda piçinin aksiyonu boldu ama, biz de duygu adamıydık. Yürü be koçum. Sıkıştığım yerde Funda’ya aşık olduğum zamanlardan da copy/paste yaparak parti liderinin mitingde elini kaldıracağı isim olma konusunda hızla ilerliyordum. Şunu fark etmiştim ki, bana lazım olan şey bir masaydı. Eğer bir masanın başında rekabete girersem kazanan ban oluyordum. Laf lafı açtı, lafçı lafı lafa getirdi. Kristina’ya çok özel bir falcıdan ertesi gün için randevu aldım. Arda’ya da yarın başka randevu kabul etmediğini söyledim. Kızın götünden ayrılmıyo dal yarak.

                   Kristina’nın falında ben çıkıyordum. Mutlu oluyordu. Falcının ben olduğunu öğreninceye ve ben aptal saptal konuşmaya başlayıncaya kadar. Konuşmanın sonunda şaka yaptığımı öğrenince yine bir batılı gibi olgunlukla karşıladı beni. Çünkü batılılar gerizekalıları olgunlukla karşılar. Biz de krizleri fırsata çeviririz. Falına bakarken balık yemeyi çok sevdiğini öğrenmiştim. Funda bu akşam geç gelecekti ve bir kadının gönlüne giden yol da midesinden geçebilirdi. Şarap, bira da bizi bozacağına göre rakı içecektik, ne çare. Ve tam ona sarılırken, gördüm pencereden. Funda is coming. Şaşırdı, yadırgamadı ama, çünkü profesyoneldi. İstersek bize kahve yapabileceğini söyledi. Kristina artık fala inanmıyordu.

                Funda, hafta sonu yalnız kalıp kalamayacağımı sordu. En kötü ihtimalle bira içer konsolda oyun oynardım. Üstelik aşık olduğum bir kadın vardı. Yalnız kalan ben değil Funda olacaktı. Ama x otelde 2 gün boyunca şirket kampı yapılacağını ve Kristina’nın da orada olacağını öğrendiğim zaman tüm hesaplarım alt üst oldu. Tüm “Aşkım ben de geleyim, orayı çok seviyorum” ısrarlarıma rağmen, dinlenmem gerektiği konusunda ısrarlıydı.

                Bir daha bellboy olursam anamı siksinler. Funda iki gün için dört valiz getirmişti. Diğer bellboy çocuğun cebine elli  lira sıkıştırıp o işten kurtuldum. Kristina’nın sadece iki küçük valizi ve nefes kesen bir çekiciliği vardı. Hepsini odaya kadar taşıdım. Bahşiş almadan ayrıldım.

                İlk gün doğa yürüyüşü yapılacaktı. Diğer bellboy çocuğun cebine 200 lira sıkıştırmak zorunda kaldım yerime baksın diye. Arda hayvanı tayt giymiş, bu çocuk tam bir mal bence. Kristina’nın kalçalarından gözümü alamıyorum. Ayağım takıldı ve yere düştüm. Kristina beni vahşi bir hayvan sandı. Oysa korkulacak bir şey yoktu, doğadaki tüm hayvanlar bir tehlike hissettiğinde saldırır. Mesela taş atmak gibi. Kafam acımıştı ve ayı gibi sesler çıkarmaya başladım. Arda lavuğu korkusundan kızı bırakıp kaçtı. Kristina korkusundan ne yapacağını şaşırmıştı. Günlük rutin koşumu yapıyormuş gibi oradan geçtim ve artık bir kahramandım. Beni burada gördüğünden kimseye bahsetmemesini, onu ilk gördüğüm günden beri aşık olduğumu, Funda bunu duyarsa beni işten atacağını söyledim. Kristina artık bizi tanımış olmalı ki “Godoş muyum ulan ben?” dedi.

                Gece garson kılığına girdim ve servis yapmadığım zamanlarda, ağaçların arkasına gizlendikten sonra gözlüğümü takıp Kristina’yı gözlemledim. Arda piçi ne kadar yavşasa da Kristina’nın aklının başka bir yerde olduğu belliydi. Odasına girmeyi başardım ve yatağının üzerine kadının gerçek aşkı bulduğu filmi bıraktım.

                Ertesi sabah paint-ball oynanacaktı. Kimsenin Kristina’yı vurmamasını ve yarışmayı kazanmasını sağladım. Bunu yapanın başkası olduğunu bir tek Kristina anladı. Arda’ya birkaç mermi fazladan sıkmış olabilirim.


Not: Bundan sonrası otelde veya geri döndüklerinde bu tarz romantik sahnelerle ilerleyecek. Karakterimiz işi ve Funda ile Kristina arasında daha da sıkışacak. Gidemeyeceğini düşündüğümüz noktada ve Kristina da böyle düşündüğü anda havaalanında belirecek. Zaten Kristina’nın da elinde fazladan bir bilet daha olacak.