ne olursan ol gel, ama çok uzun kalma

mevlevi tekkesi değil canım burası

13 Temmuz 2017 Perşembe

BİR ERKEĞE VURULAN YÜZ AŞK DARBESİ (22. BÖLÜM)

TİNDER
                80’lerin ilk yarısında doğmanın kötü tarafları var. Bunları çocukken değil de, büyürken daha iyi anlıyorsunuz. Örneğin, anne-babanız çocukken arkadaşınızla bir şeyi paylaşmadığınızda size kızarken, büyüdüğünüz de daha paylaşımcı bir dünya için savaşmanızı da istemiyor. Çünkü benim gibi solcu ebeveynlere sahipseniz, sizin asla hak yemeyen, çalmayan, çırpmayan insanlar olmanızı istemekle birlikte; böyle bir ülkede namuslu, onurlu, temiz bir hayat sürmeye çalışmanın, hakkı yenen için de, kesilen ağaç için de, alın teri akıtanların karşısında uzatılan o haller için de mücadele etmenin yavrularını canlarından dahi ettiklerini bildikleri için korkarlar.
            Biliyorum, başlıkla pek ilgili başlayamadım ama ancak böyle başlarsam daha iyi anlaşılacağımı düşünüyorum. Hayatıma ve hayatımıza internet girdiği günden beri ve daha da genellersek teknoloji; ben hep basit olsun, zor olmasın arayışındayım. Fakat zaten zor değil aslında bunun da farkındayım. Yine de kullanırken üzerimden atamadığım bir ikirciklilik haline sahibim. Çünkü 146 ve çelik kapı yüzünden….
            Hatırladığım ilk ölüm büyük amcamın ölümüydü, çocuktum, dev gibi adam, yemek masasının üzerinde yatıyordu. Ölümün ne olduğunu çok idrak edememiştim sanırım, çok etkilenmedim. Sonra babaannem öldü, biz nene deriz, e nenemin de yaşı 80’i bulmuş, son 40 yılında da gözleri görmeden yaşamıştı, ben 15’li yaşlardaydım, o da kurtuldu demiştim. Fakat benim 15’li yaşlarımda ülkeye internet girmişti. Yani biz biraz da şehirden uzak bir ilçenin, ilçeden uzak bir noktasında yaşadığımız için, 146’dan bağlanırken coşan fatura bize bir hayli girmişti. Yine de yılmamıştık, asla yılmayacaktım! Lakin evinize bir hırsız girdikten sonra, büyük bir travma yaşıyorsunuz. Bizim de başımıza bu gelmişti ve normalde anahtar kapıda yaşadığımız mahallemizde, pencereler demir korkuluklarla kaplanmaya, eski kapılar, yerini çelik kapılara bırakmaya başlamıştı. O gece, mirc chat sayfasında kendimce av peşindeyken, çünkü çocukluk aşkım Nermin’in beni seven erkekler diye liste yaptığını görmüş ve benim zihnimin kavradığı kadarıyla 75 milyon kişilik listede sadece benimle sevgili olmadığını anladıktan sonra, ona ders vermek adına İstanbul’un en güzel kızıyla birlikte olacağıma karar vermiştim. Ki Nermin’in, şimdi evli ve çocuğu var biliyorum, güzelini bulmak zordur. Genelde konuştuklarımın bir süre sonra taşak geçmek için kadın isimleriyle chat sayfalarında takılan erkekler olduğunu anlıyordum. Yalan ya da doğru bilmiyorum ama Tuğba onlar gibi değildi, Büyükçekmece’yi avucunun içi gibi biliyor, ve o zaman ki benim de aptallığımdan kaynaklanan hıyarların, “Birlikte Tarkan konserine gider miyiz?” gibi saçma sorularını bana sormuyordu. Ben de, ona, onunla ne kadar çok sevişmek istediğimi, aslında sevmeyi çok sevsem bile, fiziki olan dürtülerimin henüz önüne geçemediğimi ve yazışırken bazen heyecanlanıp, 31 çektiğimi anlatmıyordum. Seviyeli Chat bu olsa gerek. Her neyse Tuğba’yla konuştuğumuz ikinci gece, kardeşimle aynı odada yattığımız için, ve bir abi olmanın verdiği sorumlulukla, kardeşim uyuduktan sonra Tuğba’ya görüşelim mi diye sordum, tam o sırada bir çığlık duydum ve kuzenim yoktu artık ve lanet olsun ki eskisi gibi kapı kolunu aşağı indirmek dışarı çıkmak için yeterli değildi, sinir krizi eşiğinde tek yapabileceğim şey nasıl açıldığını bilmediğim ve evimizde ilk gecesini geçiren çelik kapıyı yumruklamaktı.
            Uzattım biliyorum. Sonra işte ben 20’lerime filan geldiğimde internet daha da çok yayılmaya başladı. İlk defa facebook hesabım oldu ve ilk İngilizce bilmemenin ne kadar boktan bir şey olduğunu anladım, çünkü ilk paylaşımım “Ermeni soykırımı bir yalandır!” oldu. Bana ‘share’ butonuna basmak ‘siktir et’ demek gibi gelmişti aslında. Yani bugün çok siyaset yapıyorum ama face’inde az da olsa ekmeğini yedik. Açıkçası sevişmek için gittiğim en uzun mesafe Çanakkale, aşık olmak için gittiğim en uzun mesafe İzmir. Fakat benimle sevişmek için 1000 km gelen bir kadın facebook olmasa, olmazdı. Nihayetinde vardığımız sonuç şu oldu, sevgili olmak istedi, e bi yerde haklı, o kadar yol geldi, ben de ona: “Artık ne sen Mecnun’sun, ne de ben Leyla” dedim.

            80’lerin ilk yarısında doğmanın iyi tarafları var. Bok var! İlk gençlik yıllarınızda, ceketiniz omzunuzda kavgaya yürüyorsunuz, sonra kavga etmeseniz bile kendinizi bozmuyorsunuz, en kötü ihtimalle bi iki kelam ettiğinizden kaynaklı, en iyi ihtimalle yazdıklarınızdan kaynaklı tutuklanıyorsunuz. Tutuklanmazsanız da işsiz kalıyorsunuz. Twitter’dan, Facebook’tan uzak durayım diyorsunuz. Yahu aşık da mı olmayayım dediğinizde Tinder’a giriyorsunuz ve kimsenin sizi sevmediğini, sevemeyeceğini, aslında herkesin gerçekten sevilemeyeceğini anlıyorsunuz. Ne saçmaladım ya J Hala Tinder kullanıyorum, bi gün olacak…