ne olursan ol gel, ama çok uzun kalma

mevlevi tekkesi değil canım burası

25 Mart 2017 Cumartesi

BİR ERKEĞE VURULAN YÜZ AŞK DARBESİ (19.BÖLÜM)

ISSIZ KADIN
Cesaret, aptalların en çok ihtiyaç duyduğu şeydir, ama o da en nihayetinde diğer şeyler gibi bir şeydir. Açıkçası her bahar geldiğinde işi bırakmak istemem, baharı sevmediğimden değil, çok severim. İşi sevdiğimden de değil, nefret ederim. Fakat bu bahar aptal bir cesaret geldi ve işi bıraktım. Neden mi yaptım, filmin fragmanını çok sevdim, tamamını görmek istedim. Filmin adı: Güzeller Güzeli Ezgi... Ben yaz çocuğuyumdur, Güneşi gördüm mü aklıma, montumu çıkarmak gelir; mevsim Şubat olsa bile! Artık kimse gölgede tutamaz beni. Oturduğum yerde kaykılmaya başlarım. Masadaki sohbetten uzaklaşırım. Güneş beni alır ısıtır, ben güneşi alır ısınırım. Yine öyle olmuştu. Kahvecinin kahvesini, müşterilerinin de kendisini sevmediğim için, zaten konuşulacak ne varsa umurumda olmayacaktı ve aylardan Mart, tepede güneş vardı. İki masanın arasındaki mesafeyi, hiç kahve içmeden, yaklaşık bir saatte almıştım. Muhabbetin ne olduğundan gram haberim yoktu ama masaya gölge düştüğüne göre, güneş hareket halindeydi ve açıkçası montunu sandalyeye astıktan sonra kazağımı da çıkarmak aptalca bir hareketti. En son olarak gerisin geri güneşi yakalamak için oturduğum yerde, ayaklarımı ileri, sandalyemi geri iteklemeye çalıştığım esnada bir şeye çarptığımı fark ettim. Masada bir şeydi. Ama masanın başındaki bir şeyden çok daha fazlasıydı. Üstelik bu anı bekliyormuş ve gerilmemişti. Güldü. "Özür dilerim!" Özür mü dilersin, ben buradayken kendim dahil kimseden özür dileyemezsin, özür dilenecek biri varsa o da sensin, pamuktan bir sandalyede oturtulmadığın, sadece sana özel üretilen kahveden içmediğin, güneş bile seni aydınlatmaya çalışırken, "Ben masayı şimdi fark ettim, asıl ben özür dilerim" dedi aptal, "Ben siz dururken önce masayı fark ettiğim için daha da büyük özür dilerim" diye tamamladı cesur. Gülümsedi. İçim ısındı. Güneşe göz kırptım. "Bu filmi bir daha görebilecek miyim?" Anlamadı, önce güneşe baktı, sonra bana. "Hangi filmi?" Soruma soruyla karşılık verilmesinden hoşlanmam; soruma soruyla karşılık veren güzel kadınlardan hoşlanırım. "Şu fragmanında bana gülümsediğin"

Cesaret, aptalların en çok ihtiyaç duyduğu şeydir, ama o da en nihayetinde diğer şeyler gibi gelip geçici bir şeydir. Hava kapalıydı. Mekan Kadıköy. Tüm kadınların güzel ve alımlı, tüm erkeklerin yalnız ve gururlu, benim taşındıktan sonra çok sevdiğim, taşındık sonra çok özlediğim Kadıköy. Çalışmıyorsam her buluşmadan on beş dakika önce, eğer güzel bir kadınla buluşacaksam iki saat önce gideceğim yerde olmak adetimdir. Önceki akşamüstü numarasını aldıktan sonra çok heyecan yapıp bir hayli alkol alıp mesaj gönderme yürekliliğini göstermiştim. Sadece bir randevu için parmaklı demir kapısının önünden geçerken her seferinde ne güzel yer lan diye baktığı siteye, bir gün yine aynı kapının önünden bakarken, arkasından gelen korna sesiyle irkilen, sonra mevsim yaz olduğu için siyah camları açık arabayı kullanan kumral güzeli görüp, kalbi aşkla çarpan ve ne bahaneyle olursa olsun oraya girme kararlılığıyla hareket edip, pizza kuryesinin cebine 50 lira sıkıştırdıktan sonra güvenlik engelini aşıp, araba markası ezberleyemediği için renginden arabayı tanıdıktan sonra, kızın kapısını çalıp, o çok beklediği pizzayı yirmi dokuzuncu dakikanın son saniyesinde değil üçüncü dakika da getirmiş olmanın gururuyla, "Yarın buluşalım mı?" yazmıştım. İki saat daha vardı ve gün içerisinde hiç mesajlaşmamıştık. Bir saat elli dokuz dakika varken de durum değişmemişti. Bir saat elli sekiz dakika, bir saat kırk iki dakika, bir saat otuz üç dakika, bir saat yirmi beş dakika, bir saat on yedi dakika, bir saat on altı dakika, bir saat, elli dört dakika, kırk dakika varken de. Otuz altı dakika varken durum değişti. Saat gelip geçici bir şeydir. "Biraz gecikeceğim, özür dilerim" Günün ilk mesajı. Çok fazla gecikme yani bir otuz üç yıl daha bekleyebilirim, senin gibi bir güzel için ama o kadar yaşar mıyım bilmiyorum. Geldi. "Çok beklettim mi?" Güldü, çünkü "Otuz üç yıl kadar" dedim. Heyecanımı bastırmak için tüm seçenekleri sıraladım "Çay, kahve, bira, rakı?" Son ikisi beni çok rahatlatacaktı ama o kahveyi seçti. Yudumlarken lafa girdi. Ben giremedim. Çevirirken lafa girdi. Ben giremedim. Fal bakarken lafa girdi, bu sefer falcı kadın, ben yine giremedim. Ama hesabı öderim, yalnız ve gururluyumdur. "Ne yapsak?" Ne mi yapsak, yani şarkı, şiir, öykü, film ben bunların hepsini yaparım. Dinlersin, söylersin, okursun, izlersin, seversin sevmezsin orasını bilemem ama bana ilham verirsin. "Bira mı içsek?" Hava zaten kapalı, terbiyesiz bir de karardı, üşümeye başladı, ağaçlara kıyamadım, benzinliği patlattım, "Ezgi" dedim. Sanki bu anı bekliyormuş gibi gülümsedi. "Ben bi bira daha içsem olur mu?" 


Cesaret, aptalların en çok ihtiyaç duyduğu şeydir, ama o da en nihayetinde diğer şeyler gibi kaybedilecek bir şeydir. Bir sonraki başvurum geri çevrildi, iki sonraki de, üçüncüde ön elemeyi geçebilmek için film izlemeyi teklif ettim. Fakat sabah uyandığımda yazdığım dizinin senaryo toplantısıyla, izleyeceğimiz filmin seansının aynı saate denk geldiğini bilsem, belki son üç gecedir yaptığım gibi en azından son gece o kadar çok içmezdim. Dedim ki kendi kendime, oğlum diziyi başkalarına yapıyorsun zaten, filmi kendine yap. Birlikte filmi izledik. "Hangi film?" diye sorduğunda "Benim elini tutsam diyeceğim ama tutamayacağım filmi" diye cevapladığım filmi. Filmde bu tarz bir sahnenin olmasının benim kurgumla bir alakası yoktur. Beni az çok tanıdığı için çıkışta bira içmemiz de bir sakınca görmedi. Bira içtikten sonra eve davet ettiğindeyse ben bir sakınca görmedim. Aynı yatakta uyumak? Benim için mümkün değildi, uyuyamazdım, müzede sergilense milyonlarca turistin görmek için geleceği bir şaheser yanı başımdayken uyuyamazdım! "Sarılsam sorun olur mu?" Sana sarılmam sorun olacaksa kollarımı kesebilirim, yanında yatıyorum ya bu kadarına da razıyım. "Olmaz" dedi. Kollarımı kesmekten vazgeçtim, Sarıldım. Bebeğine sarılan bir annenin sevgisi ve ürkekliğiyle sarıldım; kardeşinin sırtı açılmasın diye çırpınan bir abla/abi tedirginliğiyle sarıldım; çok istediği ayakkabıya sahip olunca onunla yatan bir çocuk masumiyetiyle sarıldım... Uyurken çok döndüğü için her sarılmamıza bir anlam yükledim. O da, döndükçe sırtım açıkta kalmasın diye yorganı düzeltti. Sabah uyandığımızda öptü beni. Zorla öptüğüm elleri unutup bir kıyaslama yaptığımda hiçbir seferinde uzanıp kendi yanaklarından öper şairlerin tedirginliğini anlamamıştım. Şimdi uzanıp onun yanaklarını öpme tedirginliğindeyim. Bırakmak istemedim, işe gitmesi lazımdı, ha keza kıyaslayınca biraz geç olmakla birlikte benim de. Birlikte evden çıktık. Birlikte olmadığımız zamanlarda işteydim. İş kaybedilebilecek bir şeydir. O gün mesai gece yarısı bitti. Aradım, tüm gün boyunca yanımda olsun istediğimi, böyle olamayınca telefonla aradım. Konuştuk. "Sen çok tatlısın, denemek istedim ama olmadı" dedi. "Deneme sürecinden sonra yine işi kaybettik yani desene" dedim. Güldü!