ne olursan ol gel, ama çok uzun kalma

mevlevi tekkesi değil canım burası

9 Kasım 2012 Cuma

valla öyle

Elektrik kesilince yakılan mum gibiyim, Hem pek şatafatım da yok. İnan… Biliyorum görünür kılamam görünmezi, Ama küçükte olsa bir aydınlık var, Onu gör, ona inan. Bakkal mumu işte, sıradan, Deyip geçme, Ne muhabbetler kurdurmuşluğum vardır. Ne hayaller yanar gider is’imden. Gece ben varsam biraz farklı gibidir, Gündüzden. Yani benim de sevilecek taraflarım, Vardır illa ki. Belki bu kadar çok ışık yanınca, Gözün kamaşmıştır. Belki, Ödenmesi gereken bir fatura gibi, Bağımlılık yaratmadığım için. Gözün almamıştır. İnan öyledir… Öyledir inan. Orta yaşlı bir kadının, yalandan gençliğiyimdir. Bu yüzden tek başımayımdır, pastanın üzerinde. Yalnızlık çok kötü, Buna inan. İnanan bir insan ol ya da olma, İnananların beni, İnandıkları için yaktıklarına inan. İstersem benimde bağımlım olur insanlar, anla. Benim, eline bulaşmasını isteyen çocuğun, Ya da büyümüş çocuğun, Yaşadığı mutluluğu anla. Çoğunlukla Fransız filmlerinde, Ve nadiren coğrafyamızda ki Romantizmi anla. Buların hepsine inan, “Güneşin küsmesine”, “Gecenin ışımasına”, “Bulut geçiyor birazdan açar”a, “Gün gibi oldu havaya bak”a, inan. Bunlar güzel şeyler, Bunları sev, Beni de sev. Ya da bunların hiçbirisine inanma, Ama şuna inan: Bana sevgine inanmıyorum deme; Seni o kadar çok seviyorum ki, Eline düşen kına da, biraz da ben olacağım. Henüz ona elektrik bulaşmadı, Valla öyle.

31 Temmuz 2012 Salı

soluğun diyorum.

soluğun diyorum, soluğun. uyuyor musun ? ötmesin böcekler dışarda, şu an göğsün bir kabarıyor, bir iniyor. gök gürültüsü, soluğuna eşlik ediyor. soluğun diyorum, duyuyorum. uyu, daha derin uykular kalsın, sabah kalkınca yastığında. ve karıncalar başka sabaha uyansın, seni rahat bıraksın tüm zorbalıklar. belki on saniye bir yağmur yağsın, nefesini tutarım. uyanma sen, bu ne sesi deme, uyu, seller aktığında camdan bakma mesela. öyle güzel soluyorsun. uyu bir de alnında hafiften boncuk ter biriksin, açma o boncuk gözlerini. arada anlamıyorum ama laf da ediyorsun, öyle güzel soluyorsun. kışın sahilde özgürlük oluyorsun. yalnızlık, başka sahillere vuruyor. arada bir limana uğruyorsun, yat uyu, dinlen, duvarlardan öte duyuyorum, çok güzel soluyorsun. uyuyorsun, bir kolum ensenin altında, soluyorsun. sabah taze bir çiçek gibi, güneşe bakacaksın. sabah olunca dudaklarıma soluyorsun. ve o kadar güzel uyuyorsun ki, öpsem uyanır mı prenses diyorum. pamuk. bu lanet böceklerden nefret ediyorum, sen biraz kızgın soluyorsun. göğsün sinirden kalkıyor iniyor, bir yağmur başlasa da pencereden dışarı baksak, sonra sarılsak, şömine olsa mesela, yanında uyusak. soluğun diyorum, nasıl olurdu acaba, birlikte solusak ? bir alnın terlese uyusak,soluğun bir göğüslerin terlese uyumasak ? soluğun diyorum.

14 Temmuz 2012 Cumartesi

olmamışın hikayesi

-oğlunuz ne işle meşguller ? diye sordu kızveren, babanın yüzünde bir gülümseme belirdi, anne atıldı: -oğluşum sinemacı. dedi. -hangi sinemanın sahibi ? dedi kızveren. o andan sonra kalkıp gitmek geldi içinden. daha önce de kız istemek istemediğini, ailelere biz evleniyoruz, sizin sadece gönlünüzü yapalım diye bir tanışma merasimi gerçekleştirelimi anlatacağız diye konuşmuşlardı sevgilisiyle. -erdal yönetmen babacım. dedi kız. bizim oralarda şipşakçıya, sinemaya kız vermezler de, kurtar beni bu bitmez azaptan müstakbel babacığım diye geçirdi içinden. her şeyi içinden geçirebiliyordu, her şey içimden geçebiliyor, ben bir kara deliğim, her şey ayrı yazılır diye bir yazılama görmüştüm diye geçirdi içinden. -neleri yönettin oğlum ? diye sordu kızveren. en başta düşüncelerimi yönettim, sonra duygularımı, bir keresinde sakat olduğum için oynayamadım saha kenarından oynayan arkadaşlarımı yönettim. korner yarım goldür babacığım, kızı istedim, ortayı yaptım, üç korner de bi penaltı, onu da kaçırmam artık iki kere daha isterim ağzını burnunu kırarım senin. -geçen sene ilk uzun metraj filmimizi çektik. -kısası da mı var bunun ? şimdi şöyle oluyo, ben bu hatunla, yani af edersiniz kızınız olacak mahlukatla bi ara takıldım, tekrardan af edersiniz, böyle zirzop, hovarda, aklı bir karış havada bir kızdı, tıpkı benim gibiydi. duygu muygu yoktu anlayacağınız. sonra aradan üç yıl filan geçti, ikimiz de otuzumuza yaklaşıyorduk, değişmiştik biraz, tabi bu arada boş da durmadık, ama olur gençlik halleri. bu sefer sanki o beni, sanki ben onu bekliyormuşuz gibi oldu. son bir buçuk yıldır da sevgiliyiz. yani demem o ki kısası da var. -okuldayken derslerden geçmek için çekerdik, bir de kısa filmin özel festivalleri var. -aşkım ben babama bahsettim zaten, hatta çok memnun oldu. -düzenli bir işin var mı? paso soruyordu, kızveren. var! ilk zamanlardaki kadar sık olmamakla beraber, haftada en az iki kez kızınızla sevişiyorum. bunun dışında sitelere erişimi engelleyen baskıcı sistemi yenmek adına sıklıkla porno sayfaları ziyaret ediyorum. ve tabi ki tuttuğum takımın maçlarını kaçırmam. -yani bu aralar yeni senaryo yazmaya çalışıyorum, bir de trabzonsporun maçlarını kaçırmam. -kızım bu trabzonsporluymuş, olmaz bu iş. -babacım zaten kadrolarının yarısı bize geldi, kalan yarısını da alırız, o da galatasarayı tutar. baba bi şey söylesene lan, yalnız bi şey var de, üstüne patlat espiriyi bi şey ayrı yazılır. bi şeyin r sini söyleyenin amına koyayım de. -bizim oğlan küçükken galatasaraylıydı zaten. ne var lan? büyüdüm artık. -her insan çocukken hata yapar, önemli olan hatadan dönmektir. kimileri hep çocuk kalır. malum ben büyüdüm. babacığım hemen karşı devrimci ol zaten. -aman canım bırakın maç muhabbetini. dedi kızverenin karısı. niye zoruna mı gitti, kocanın takımı küçük trabzon oldu işte, kocan da küçük zaten, fizik olarak değil mental olarak sezona hazır değil, kızın da küçüktür şimdi senin gözünde. ah siz anneler nasıl da yiyorsunuz o sevimli bebek tavırlarını, ha ben de yedim yemedim değil. ama inan müstakbel annem sabah özenerek hazırladığın kahvaltıdan sonra o tavırları görünce tutup masayı suratına çarpasın geliyor. -maç biter, dostluk kalır. ya anne ya, sen de mi onlardansın. -ben iç güveysi olmak istiyorum. hahaha mavi olunca güzel gözler, kedi gibi parladı. ne oldu canım annem? bundan sonra dost kalalım mı? -gördünüz mü annem nasıl bakıyor, ciddiye aldı beni. işte ben böyle bir annenin oğluyum efendim, siz hiç merak etmeyin boynu bükülmeyecek kadar gururlu bir aileden geldiğim için ne sizin ne de kızınızın başını öne eğmem, gerekirse taş taşarım. hem o da çalışacak, birlikte mücadele edecek tıpkı annem-babam ve sizler gibi birlikte başaracağız. yalnız futbolcular kalır adamlar gider. of yine tutamadım kendimi, niye bu son lafı söyledim, diye geçirirken içimden. -bak oğlum, kız babası olmak zordur, kızım zaten bana izin verirseniz evlenmek istiyorum demedi, ben bu adamla evlenicem dedi... koyduk mu? -bu yüzden ona kızgın da değilim. yapma bunu! -sana bir şey demem ama, aferin ayrı yazıyosun. -annen baban çok saygı değer insanlar. bitsin artık bu çile. -şimdi siz aranızda konuşmuşsunuzdur, düğünü ne zaman düşünüyorsunuz ? -düğün tabi ki erkek tarafının işidir, ama kızımızın da ne söyleyeceği önemli. he baba sat, hemen sat, bütün takımı galatasaraya sat. -yani biz önce sizin tanışmanızı istedik, sonra düğüne hep birlikte karar verelim diye düşündük. ben daha askerliğimi yapmadım, okulum bitmedi, doğru düzgün bir işim yok. baban da ne biçim adammış yahu, içki sigara sormadı. -yani bence ben bi askerlik işini halledip geleyim, sonra düğünü yaparız. -oğlum sana askerliğini yapmadan nasıl iş veriyorlar ? dedi kızveren. kızına sor tarrağım dedim içimden, kızın bana iş oldu da dedim. -yani onu çok kafama takmadım yaparım bi ara biter. -KIZIM ! -baba erdalın işi var öyle düşünme. düşün ya bence öyle düşün. -beyfendi oğlunuz ne işle meşguller ? baba yapıştır. -küçükken marangozda çıraklık yapmışlığı vardır. aha babam bildiğin gülüyo lan, babam canım babam. -baba ben erdalı seviyorum. babası bak beş yaşında dondurma sever gibi, acımıyor musun kızına, gaddar mısın sen, kulak memeni okşama lan! -bakın ben sizden kız istemeye gelmedim, ayrıca siz beni kovamazsınız ben istifa ediyorum. -erdal ne diyosun ya! -oğluşum dur hemen köpürme. -ya anne banane ya, ne işle meşgul müşüm, kızının dırdırı var, hayatın vırvır var, ne işle meşgul olur insan başka, at yarışı oynuyorum kalan zamanlarda. bir de sikiyim galatasarayı. -aşkım lütfen yapma. geri dön, geri dön, ne olur geri dön, uzanıp tutuver elimi... -ama aşkım kızveren var, kızveren var. sanki kulübe hoca alıyo, sanane lan benim tuttuğum takımdan! kızveren artık iyice kudurmuştu, evini terk etmezsek polis çağırmakla tehdit etti bizi götüm. -oğlum seni niye böyle yapıyosun? -baba, sen annem ben ve kardeşimden sonra en çok neyi seviyosun? aslında pat diye vereceği cevabı, soru zor olduğu için düşünüyor edalarıyla geçiştirdi biraz, sonra biraz mana katarak konuştu: -yani oğlum cevabı sen de biliyorsun ama ben annen ve sizden sonra trabzonsporu seviyorum, o kız senin sevdiğin kız sonuçta, trabzonspordan önce gelmesi gerekir. biz dar sokaklarında, dinemeyen yağmurunda, kendimizi bulduk, rengine tutulduk, aşık olduk biz sana, günleri tükettik ömrümüzü verdik, bordo mavi uğruna. aklımdan bunlar geçerken çocukluğumda banane demek için yaptığım omuz silkme hareketini yaptım. -sen bilirsin oğlum. -oğluşum sen nasıl mutlu olursan biz öyle mutluyuz. yine bi film çevirdim. -işte yeni filmimi yazıyorum, zaten bu aralar evlilik filan doğru olmazdı benim için. msj: -aşkım niye bugün öyle yaptın? -aşkım lütfen cevap yaz :(( -aşkım ne yapıyosun ? msj: -film çevirmekle meşgulüm.

14 Nisan 2012 Cumartesi

ufak vodka

hafta sonu gelince ya para harcayacak ya da anasının evine gidecekti. orada da para harcayacaktı ama yemek,su ve tekele ulaşım bedava..

hafta sonu geldi, işten çıkarken güvenliğe eyvallah demek-dememek arasında gitti-geldi, bu durumdan hiç zevk almıyordu. eğer boş gözlerle etrafa bakıyorsa "pazartesi görüşürüz" der geçerim, işi varsa hiç siklemem diye düşündü.

- abii şimdi sen takılırsın, biz yarın da burdayız.

- ulan ben mi seni diktim oraya?

demek istedi ama bunu söyleyebilecek bir insan değildi.

- öyle deme ya üzülüyorum.

- taksim de bira içerken mi abii ?

- ebenin amında bira içerken.

demeyi çok isterdi.

- babanın hayrına mı çalışıyon?

demeyi de.

- ya ne taksime mal gibi evde oturucam işte.

dedi.

bu zor fasıl bitmişti. şimdi servis faslı vardı. "aa bu niye burda indi?" "hacı napıcan bu akşam?" "ay bu da her hafta sonu taksimde!" "off başlıycam şimdi bu şehrin trafiğine." faslı. şoförün yanına oturmak iki açıdan riskliydi, birincisi çekilmez bir muhabbet olan o adamın yani şoförün muhabbeti, yani bizim çocuk şunu duymak istemiyordu: "abi biz emniyete de, belediyeye de dilekçe verdik, yapmıyolar" be arkadaş insanlara dilekçe verdiniz mi, belediyeler, karakollar değil bu sorunu çözümü onlarda arayan bizler yaratıyoruz diye geçirdi içinden bizim çocuk. sonra yan araçtaki kadına bakıp uyuya kaldı. uykusunda iş çıkışı nermin ablayla serviste konuştuğunu gördü, nermin abla ona işten kovulacağından bahsediyordu, sonra bir feryat bir siren sesi trafiğe girmeyen bir metrobüs bariyerlere çarpıyordu.

kendi durağına gelindiğinde inmedi. hafta sonu taksime gidip ne yapacaktı, durdu düşündü, yürürken düşünmeye devam etti, bu arada araç istanbul da 1 km hızla giderken demek istedi yazar yani yürümekten kastı odur, tekrar düşündü, "abi ben eve gitmiycem ya" dedi. "nermin ablaların orda inerim" diye de ekledi.

birincisi şoförün yanına oturmuştu, ikincisi nermin abla son durakta iniyordu, üçüncüsü belki ateşli olmasa bile pis mangal dumanı sinmiş kazak kokusu yayacak bir ilişkiye mani mi oluyordu acaba ?

son durağa gelmeden "müsait bi yerde inebilir miyim" diye okuyucu için berbat ama yan karakterler için gerekli bir espriyle kendini dışarı attı.

bundan sonrası bir kapışmayı izlerken herhangi bir taraftan olmayan ama iki tarafın beraberliğiyle sonuçlansa da maç uzasa isteğiyle yanıp tutuşan izleyici gibi bir durum yarattım mı acaba diye es geçildi yazar tarafından, eve varana kadar.

laptopunun yanına bir ufak vodka eklemeyi unutmadı, yani çantasında bir hazine barındırıyordu. "çantada keklik" diye kötü bir espri yaptı bu sefer içinden. çok yemedi yemeklerden, emekli olmuş babasının ve bir kadın olarak kocası çalışırken çalışan ve de kocası emekli olunca emekli olan, ama sorduklarında annem ev hanımı dediği kadının kocasıyla birlikte izledikleri yarışma programlarını izledi o da, onlar yatana kadar.

onlar yattıktan sonra aklına nermin abla geldi,
sonra servis şoförü,
sonra güvenlik,
sonra taksim,
aklına bir sürü şey geldi.

ikinci kadehi biterken, şişeye baktı, şişedeki yansıması bozuk bir yansımaydı ve komikti. facebook veya twitter hesabı ya da i-phone u ya da ailesinin evinde internet yoktu, daha ne kadar kötü olunabilir bu devirde. gece bu saatte televizyon da açılmazdı, salona gidip.

hayatında hiç tek başına bir ufak votka içmemişti, dördüncü kadehi biterken aklına mahallede kurdukları çete geldi, adını "ufak vodka" koymuşlardı komünizmin etkisiyle, devrimden sonra büyük olacağız diye düşünmüşlerdi.

not: yazar bir ufak vodka içtiği için başlangıcından itibaren bahsetmek istediği konudan sapmış, sonra düzeltmek isterken içine sıçmıştır, haa daha vodka olsa içerdim valla aymazlığındadır.

(rakamla) not 2 : (yazıyla) no tiki...

17 Mart 2012 Cumartesi

dürzünün günlüğü

sabah uyandım,
"sesime ses vermeyen dağı sikerim."

anam bırakmadı, bıraksa yüzüne gülerdim, bırakmadı zeytinsiz. pencerenin kenarına yerleştirdiğim bira şişelerini sabaha karşı boş ve gece yarısına doğru dolu olarak stok ettiğimi anlamadı. kahvaltı gece beşte uyumuş bir insan için çok elzem değildi. ama anam bırakmadı.

ben de pek moron bir işssiz olarak evden ayrıldım, üç zeytin ve yarım su bardağı çayla. bıraksa belki biraz daha uykuyla dün akşam yedikleri sarmalardan kalanları da ben yerdim. çıktım evden.

her zaman ki dürzülüğümle internet kafeye girdim.
"hangi masa boş lan" dememe kalmadı, bir kapı gıcırtısına:
"dürzü abi masa 10 boş" dedi çocuk.
dedim ya, sesime ses vermeyeni her türlü sikerim, sonuçta kapı gibi adamım da.

hoop baktım feysbukta bi manita. arkadaşımın arkadaşı mıymış neymiş? ben de çıkarttım bağlamayı, az çok yaman çocuğuz, biliriz hatun bağlamayı. "sen de telli turnam, ben diyim öttü zurnam"
dedi ki "dürzü sen ne iş yaparsın?"
o kadar muhabbet, o kadar kafa siktin be ablacım, bu mudur nihayet? neyse o kırtasiye de çalışıyomuş, asgari maaş-sigorta yok-ana/babayla yaşıyor-elletmek yok-oy farfara farfara...
"hacı kontorüm bitiyo" dedim,
yemedi.
"anam yufka istedi" dedim,
yemedi.
"halı sahada maç yapcaz" dedim,
harbici hatunmuş, bilirmiş bi erkeğin tutkularını, yedi.

"afiyetbalşekerbratpittgeorgeclooney" olsun ablacıma.

dürzü internet kafenin kapısında kahve kültüründen gelen bir insan olarak, hemen ayrılmanın doğru olmayacağında inandığı ve bu durumdan gayet hoşnut olduğu için biraz zaman geçirdi, uzaktan babasının geldiğini görünce, yanda ki pasajdan içeri girdi ve her zaman gördüğü, tiksinme-tıksırma-kusma-baş dönmesi etkisini kendisinde kesinlikle yaratmayan ganyan bayiine yöneldi.

ama dürzü için ganyan bayii; internet kullanmayı bilmeyen, hayatında bir kere olsun sinemaya gitmemiş, örnekse bir recep ivedik izlemeyecek kadar cahil insanların buluşma noktasıydı ve orayı pas geçti. pasajın diğer girişinden çıktığında, dürzü asla şunu düşünmedi: "her girişin bir çıkışı vardır"

akşam üstü oldu,
"akşam üstü ne lan, mal mısın, akşam altı olur olum o"

şimdi bizim dayı oğlunun bi kahvesi var, bi içtin mi, tamam hacı bi daha bırakamazsın. şekerlisi-ortası-sadesi/ayyaşı-kumarbazı-polisi... "dayı oğlu, işin varsa ben dört olurum" dayı oğlu bırakmadı, ayı oğlu ayı ezdirdi parayı. neymiş yarrağımı pişti de yenmeden çanağa oturamazmışım. çay ver-elma çek-oralet, bu mudur lan bana yakışan muamele, bu mudur?

"hayaaatt, beni neden yoruyosun?" hayyyt serdar baba.

dayı oğlu bırakmadı, "nırak" dedim, "nırakmam" dedi, bön bön yüzüne bakınca - jön jön anlamış gibi yaptı - jan jan lı girdim meyhanye, otuz liram var ulan yevmiyesizler diye baktım.

iki duble rakı yanına peynir eşittir yirmiikilira.

"ne bahşişi lan, sen kaveye gelince bahşiş mi veriyon pezevenk"

hesabı mı iyi yaptım, aman efendim dürzü bey gelmişler-mekanımızı şereflendirmişler-kaç zamandır uğramaz olmuştunuz/merakta idik efendim-hangi masayı arzu edersiniz?

"her zaman ki yerimde oturacağım."

babamın arkadaşları burda olduğumu görmesin de ne olursa olsun, çünkü onlar her akşam burda sevgili okuyucu, gayet normal onların burda olmaları, ama ben olamam, neden? çünkü ahmet ve abisi gibi okumadım. çünkü ahmet ve abisi benim birinci dublem biterken birer büyük rakı içip horon tepseler onlara müstahak ama ben cep telefonumdan kulaklu aynı şarkıyı dinlesem serseri oluyorum.

"iyi de oluyorum hacı ya, sikerim ahmeti de abisini de."

"dürzü kapatıyoruz lan"

"aç-aç-aç" diye bağırasım gelmedi, dedim ki eve doğru yollan, iki atımlık benzin alacak paran da var.

anam yine bekliyor, sarıldım öptüm, kavede oyun uzun sürdü onları bekledim dedim, beklerken de bi bira içtim.

"oğlum içme pis şeyi" dedi.

anacım ekmek parası edebiyatıyla, eğer okumaya devam etseydim türkçe hocası olurdum.

birayı açtım, kapağı sokağa doğru fırlattım.

birayı açtım, kapağı sokağa doğru fırlattım.

ikinci biram biterken aklıma bir fikir geldi, neden bir dürzüden kahraman olmasın, sokarım ahmete de, abisine de. tam yazmaya başlayacaktım, babam af edersiniz tuvalete kalktı, "yat oğlum artık" dedi, anam bırakmadı.

imza: dürzü

6 Şubat 2012 Pazartesi

ayrılık

bütünden bir parça koptu,
ayrılık dediler.
bütün parçalar birbirinden koptu,
yine...
azınlık,
yine ayrılık.
peki ya senin bu beni sevemem halin,
nasıl tarihe not düşülecek;
büyük ayrılık diye.
ağlasam mı acaba ayrı-lık acısından?
yoksa artık seni sevme halimden mi,
ayrılmalıyım.
uzaktasın sevemem demiştin,
daha da uzaklaşacaksın,
hala seviyorum.
ayrılamıyorum.
ama sen çok ayrı-sın.
kavuşamadım,
ayrılığı seviyorum.
saçmalıyor gibiyim,
o ayrı.
sevmek ve ayrılık varsa,
böyle sevmek ve böyle ayrılık da var.
daha doğrusu,
sevilmemek ve doğal olarak ayrılamamak varsa,
sevmek ve ayrılamamak da var.
ayrıca,
benden ayrılmış sayılmazsın da.
ayrıcalıklısın.
ayrılıksın,
ama senden ayrılmış sayılmam ya.

17 Ocak 2012 Salı

sevgilisini hakir gören adamın hikayesi 2.bölüm

seni görünce izmir geliyor aklıma,
özlüyorum,
seni.

aylardır izmiri görmedim,
seni görünce izmir geliyor aklıma.

seni görünce izmir geliyor aklıma,
kaç gündür görmedim,
seni.

özlüyorum, izmiri.
seni.

ne zaman izmirli bir kadın görsem,
aşık oluyorum,
izmire.

seni ne zaman görsem,
aklıma izmir geliyor.

aşık oluyorum, izmire.
sana.

diye bir şiir yazmıştı sevgilisini hakir gören adam. sonra bir gün sevgilisi ona halil sezai diye herkesin bahsettiği ama sevgilisini hakir gören adamın asla dinlemediği ve dinlemekte istemediği adamdan bir şarkı çaldı şarap içerken..

ve sevgilisini hakir gören adam, bu şarkıyı sadece duydu asla dinlemedi. sonrasında sevgilisi ona sarılırken aklından şu dizeler geçiyordu:

seni görünce yozgat geliyor aklıma,
tiksiniyorum,
senden.

aylardır ayı görmedim,
seni görünce ayı geliyor aklıma.

seni görünce ayı geliyor aklıma,
kaç gündür uyurken horluyorsun,
ayı oğlu ayı.

tiksiniyorum senden,
uykundan da.

ne zaman horlayan bir ayı görsem,
tiksiniyorum,
senden de.

seni ne zaman uyurken görsem,
aklıma ayı yogi geliyor.

tiksiniyorum yogiden,
senden de.

5 Ocak 2012 Perşembe

sevgilisini hakir gören adamın hikayesi

her şey televizyonda izledikleri yarışma programı sırasında başladı. kız "aşkım aşağılamak anlamına gelen deyim nedir" diye sorduğunda çocuğun gözlerinde otobüste bozuk Türkçesiyle, hafif kirli sakallı ve bağırarak telefonla konuşan adama bakışı belirdi. kız önce neden böyle baktığını anlayamadı, neden anlayamadığını düşündü kısa bir süre, sonra acaba benim soruyu düşündüğümü mü, yoksa neden anlayamadığımı düşündüğümü mü, düşünüyor diyerek çocuğun ne düşündüğünü düşündü.

her şey bundan 2 yıl 4 ay önce başlamıştı.

yani ilişkileri başladıktan yaklaşık 1 buçuk ay sonra. kız, ev arkadaşlarıyla yaşadığı sorunlar yüzünden evinden ayrılmak istiyordu; çocuk yalnız yaşıyordu. "aşkım tek başıma kiraya çıkmaktan korkuyorum, kiralar çok yüksek" demişti kız. ona önce pis mendil satıcısı bakışını atmış, sonra dayanamayıp, al şu parayı mendil istemez, deyip kendini kurtaracağını sanmıştı. ama bu sefer öyle olmadı.

her şey bundan 2 yıl 2 ay önce devam ediyordu.

"yatağa gelmeden önce yüzünü yıka dişlerini fırçala aşkım, yoksa siyah noktalar artar" bir ufak votka içmiş ve üstüne cila olarak bir bira atmış bir adama söylenmesi en sakıncalı kelimeleri bir araya getirmek demektir. çocuğun o an aklına televizyonda babası seviyor diye defalarca izlediği ve nefret ettiği, az önce de yatak odasına girmeden önce gördüğü filmi hem de defalarca tekrarlanacak dahi olsa izlemek fikri geldi. ama yapamadı. ona kumandayla kanalı değiştirirken babasının "dur, dur bu kalsın" dediği zaman televizyona dönük yüzüne adeta gözlerinden sıçarcasına tiksintili bakışıyla baktı.

ilişkilerinin ilk 6 ayı sonundaysa yaşanan olay,

sevgilisini hakir gören adam için tam bir bunalımdı. bundan 1 yıl 9 buçuk ay önce yaşandı. o akşam eve girdiğinde sevgilisini önce annesi sandı. çünkü bazı günler annesi bu hale gelir ve çocuk parti toplantısına gittiğini anlardı. belli ki o gün yine kuaföre gidilmişti, saçlar yaptırılmış ve bir de annesinin evde yaptığı makyaj sevgilisi tarafından yine kuaförde yaptırılmıştı. kırmızı elbise de cakası. çocuk şaşkın bakmaktaydı. kız mutluydu evet, çocuk bu mutlu ifadeyi anlamamaktaydı, acaba bugün birlikte gidecekleri bir düğün, bir etkinlik vs. vardı da unutmuş muydu? yoksa, yoksa, bu olamaz, sevgilisi gidip annesinin partisine mi üye olmuştu? bu soruların tüm cevabı kızdaydı. "aşkım nasıl unutursun, altıncı ay dönümümüz" dedi kız. ona, ülkene sahip çık, diyen annesinin arkadaşlarına içinden, ülkenizin amına koyim, demek isterken bir anda bunu diyemeyeceğini fark edip, şirin bir bakış atan evlat edasıyla baktı.

ilk 6 ayın sonundaki olaylar çocuğa önemli bir ders olmuş, hikayemizin başlangıcından 10 buçuk ay, ilişkilerinin başlamasından 1 yıl sonra bunu önemli bir avantaja çevirmek istemişti.

o gece her şey güzel gitti. kızın göğüs dekoltesine bakan erkekleri bile; kendisine, benim güzel sevgilim, diyerek savuşturdu. eve geldiler her şey güzeldi, salonun her köşesine 50-70 oranlarında ilişkilerinin 1 yılını gösteren fotoğrafların asıldığını gören kız ağladı, çocuk da ağladı. evde kaliteli bir şarap yanan mumlar eşliğinde içilirken, kız sevgilisinin aldığı ve çok sevdiği çikolataları yiyordu. ilişki artık belli bir yaşa geldiği için eskisi kadar çok pozisyona girilmiyordu, ama bu gece gol olup yağacağız diye düşündü çocuk. çocuk salonda kalan şarabı içiyordu. aklına orta okulda kendisini döven çocuğu, abilerine dövdürdüğü an ve çocuğun yerdeyken ona hakir bakışı geldi. kız "ben hastayım, bugün olmaz" dediğinde ona dayak yiyen orta okul arkadaşının kendisine baktığı gibi bakıyordu.

devamı sonra, gulucuk.