ne olursan ol gel, ama çok uzun kalma

mevlevi tekkesi değil canım burası

28 Mayıs 2015 Perşembe

Bir Erkeğe Vurulan Yüz Aşk Darbesi (3. Bölüm)

DERYA'NIN AVUKATI DENİZ

Çok içtiğim akşamlar prensip olarak eski sevgililerimden evlenmiş olanlara ulaşmaya çalışmam. 30 Nisan gecesi, semtin bir avuç solcusu olarak, yine "Yarın ne yapıyoruz" sorusunu sormak üzere, kahvenin arka tarafında yani bi nevi gizli karargahta buluştuk. Tuvalete gitmek için ön taraftan geçmemiz gerekiyordu ve kağıt oynamaya dalmış halkımızın içinden bir karşı devrimci çıkar da bize "İşçi sınıfının mücadelesi prostat mı yapıyo lan, zırt pırt tuvalete gidiyonuz!" der korkusuyla,  oyunlar bitip millet dağılana kadar hiç birimiz işeyemedik. Neyse ki harbi çocuklardık ve hiçbirimiz bira içmezdi. Vurduk rakının dibine, otobüsün yarın aynı yerden, aynı saatte kalkacağını tekrar öğrenmiş olduk. 1 Mayıs sabahı değişmez bir rutinimiz vardı. Otobüsün varabildiği son noktaya kadar, semtin solcu abi-ablaları, geldiyse amca-teyzeleri ve çocuklar ön koltuklarda otururdu. Çünkü arka taraf, leş gibi alkol kokan ve otobüse kendine zor atıp hemen bir koltuğa yayılmış, ağzından salyalar akan arkadaşlardan ve benden oluşurdu. Yine o lanet biber gazının etkisiyle hafiften böğürerek ve öksürerek kendime geldim. "Siz inmeyin, siz inmeyin" diye arkadaşlardan birisi, zaten bu tarz durumlarda "Ay ne yapsak, dönsekmi" tepkisinin yükseldiği ön tarafa seslendi. "Kaptan, orta kapıyı aç" dedi öbürü. "Kaptan, varsa bi otuzbeşlik aç, yoksa ben indikten sonra kapıyı kapat" gibi havalı bir laf edip otobüsten indim ki, gelenek olduğu üzere içimizden birisi, gece o kadar içtikten sonra, aç karnına gazı yiyince, kusmaya başladı. Ve bu anı gören yoldaşlarının, bir gözünde orak, diğerinde çekiç belirdi. Yaralı arkadaşlarını tekrar otobüse bindirdiler, ve "Orospu çocukları" diyerek hücum ettiler. İçlerinden, memur çocuğu olduğu belli olan bir tanesi: "Benim babam emekli polis ulan, şerefsizler" diye bağırdı. Diğerleri ona güldüler. Bir başkası yine kusacak gibi oldu, ama düşmana moral verir endişesiyle kendini tuttu. Ve o esnada kahramanımız, atılan yoğun gazdan kaçan insanların oluşturduğu arbedede yere düşen bir kişiyi, kolundan tutup kaldırdı. Görece sakin, bir noktaya vardıklarında, bir apartmanın merdivenlerine oturtup, elindeki suyla yüzünü yıkadı. "Yüzü, nasıl desem, böyle abi burda her taraf bina ya, bunalıyoz. İki ağaç görünce insanın içine bi ferahlık geliyo. Sonra ormana gidiyoz, o kadar ağacın arasında bi çiçek görüyoz. Bu sefer o çiçek bize bi mutluluk veriyo. Yani insan o nadide olanı arıyo, öbürlerine benzemeyeni. O çiçeği alıp, evine götürmek istiyo. Bu boktan, betondan dünyada, görünce hem içine huzur veren, hem de görünce mutlu olacağın bir çiçek gibiydi yüzü" dedim, arkadaşlardan birisi hemen sordu "Eee, naptın?" Kendime yakışanı yaptım tabi ki, sabah ki gazla, bana kalırsa ülkede sosyalizmin koşulları olgunlaşmıştı ve "İyi misin yoldaş?" diye sordum. Arkadaşlar güldü. Sonra tekrar gaz atıldı, dağıldık ve gece üstüne bir de arkadaşların maskarası olunca ben Derya'ya mesaj attım: "Bu halk, bu ihaneti unutmayacak!" Sanıyormuş ki, yanlış kişiye mesaj atmışım. Ulan ben bankada sıra beklerken aldığım numarayı unuturum, eski sevgililerimin numarasını unutmam, gerekirse arar, oy isterim. "Senin filmini yapıcam lan, cümle alem görsün" Şimdi de, "beyfendi" olduk. Bu evli bir kadının telefonuymuş, sonu ünlemli. "Nolcak, bana da muta nikahı kıyar, sevaba girersin. OLMAZ MI?" yazdım. "KİMSİN LAN SEN???" diye cevap geldi. Başka cevap yazmadım, gönül rahatlığıyla yatağıma uzanıp, uyudum. Sabah uyandığımda, telefonum da iki cevapsız arama vardı. Her zaman ki gibi umursamayarak, önce kahvemi yapmak için ısıtıcıya su koydum, sonra  kendime bir sigara sardım. Suyu doldururken telefonum bir daha çaldı, ilgilenmedim. Kahvemi, sigaramı ve telefonumu alıp balkona çıktım. Aynı numara üçüncü kez aramıştı. Kahvemden bir yudum alıp, sigaramı yaktıktan sonra, geri döndüm: "Hep aynı numarayı yapıyosunuz" Kısa bir sessizlikten sonra, karşıdan ne demek istediğimi, haklı olarak anlamayan ve kibar bir kadın sesi geldi: "Pardon!?" Müşteri hizmetleri çalışanlarına acıyorum ama şirketlerden nefret ediyorum. "Bakın hafendi, herhangi bir 'ihlas' ürünü ya da tatil paketi veya 'çok uygun bir kredi' almak istemiyorum, anlatacaklarınız sonunda da hiçbir şeye ikna olmam ama dinlemem size bir fayda sağlayacaksa, sonuna kadar dinleyebilirim" dedim. "Hayır yanlış anladınız, ben bir firma adına aramıyorum Erdal Bey" dedi kadın. Gerçekten şaşırmıştım: "Nasıl olur, bugüne kadar bana herhangi bir tüzel kişilik dışında 'bey' diyen olmamıştı" diye cevap verdim. Kadın bir an için güldü, fakat kendini hemen toparladı. Çünkü beni ciddi bir mesele için arıyordu. Derya'nın o sümsük kocası, 'Nerdesin lan? Adresini ver it!' yazmak yerine, beni bir avukata vermişti. Mevzuyu anlayınca keskin zekam devreye girdi ve "İyi de, kanıtınız var mı?" diye sordum, ağzımı yayarak. "Halk ihanetleri unutmaz" dedi, avukat hanım. Ve beklenen açıklama geldi: "Bakın avukat hanım, tüm samimiyetimle söylüyorum, prensip olarak evli olduğunu bildiğim eski sevgililerimi rahatsız etmem" Hem hoşuna gitmiş, hem de sormadan edememişti: "Evli değilse?" Ben bazen, çok tatlı bir çocuk olurum: "Ne bileyim, en azından kocası benden şikayetçi olmaz" Bu sefer güldüğünü anlamamam için telefonu ağzından uzaklaştırdı ve sonra bana duşa girip, evden çıkıp, minibüsten indikten sonra bürosunun kapısını çalana kadar, iyi bir gerekçe bulmam için yeterli olacağını düşündüğüm süreyi verdi. Ve ben, 'eski sevgili hakkı' başta olmak üzere, bir sürü saçmalığı aklımdan geçirirken elim zile dokundu. Avukat Hanım'ın şu an bir görüşmesi vardı ve sekreterine normal şartlar altında 'iki torba çimento' yazdırabilmek için, açık söylüyorum, çocuğum bırakın yüzüme tükürmeyi, suratıma sıçabilirdi. Fakat ben, sistemin bize kurduğu tuzaklara hazırlıklı bir bireydim ve lavobonun yolunu tuttum. Döndüğümde, avukat hanım müsait, sekreter hala aşırı seksi, bense biraz rahatlamıştım. Odaya, kapıyı çalmadan girdim. Avukat hanımla göz göze geldik. Hemen kapıyı kapattım ve çaldıktan sonra içerden gelecek cevabı bekledim. "E hadi girin bari" dedi Deniz. Hayatımın en ürkek kapı açışıdır. Sıradan bir devlet memuru işini yapsın diye, bir yandan titreyen, bir yandan da gülümseyerek heyecanını gizlemeye çalışan bir köylü gibiydim. Buyur ettiği yere oturduktan sonra, ilk defa kafasını kaldırıp bana daha detaylı baktı Deniz. "Erdal Bey, siz dün 1 Mayıs'a katıldınız mı?" diye sordu. "Ben dün, çok güzel bir çiçek gördüm. Tam adını soracaktım ki, duvar yıkılırsa altında kalmaktan korkanlar saldırdı. Biz de mecburen gittik, taş yığınının arasındaki bir ağacı kurtuluş sandık. Üzerine beton da diksen, topraktan bir çiçeğin tüm engellere rağmen çıkacağını unuttuk. Ben kadere inanmam. Zaten Derya, beni bu gibi inanmayışlarım yüzünden terk etti. Şimdi sizden tek bir ricam olabilir, mümkünse tüm dünyaya yayılın ve bu güzelliğin yerine beton dikip, insanı iki ağaç dalına muhtaç edenlerden, bizi kurtarın, en azından bana bir borcunuz var. Bir kere de siz beni kurtarın" diye cevapladım. Sonra, Derya'nın sümsük kocasını ikna etti avukatları Deniz Hanım. Benimle sevgili oldu. Prensip olarak evlenmem diyordum. Evlendim ve Deniz boşanma davamızda, Semra'nın avukatlığını yapıyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder