DERYA'NIN AVUKATI DENİZ
Çok içtiğim akşamlar prensip olarak eski sevgililerimden evlenmiş olanlara ulaşmaya çalışmam. 30 Nisan gecesi, semtin bir avuç solcusu olarak, yine "Yarın ne yapıyoruz" sorusunu sormak üzere, kahvenin arka tarafında yani bi nevi gizli karargahta buluştuk. Tuvalete gitmek için ön taraftan geçmemiz gerekiyordu ve kağıt oynamaya dalmış halkımızın içinden bir karşı devrimci çıkar da bize "İşçi sınıfının mücadelesi prostat mı yapıyo lan, zırt pırt tuvalete gidiyonuz!" der korkusuyla, oyunlar bitip millet dağılana kadar hiç birimiz işeyemedik. Neyse ki harbi çocuklardık ve hiçbirimiz bira içmezdi. Vurduk rakının dibine, otobüsün yarın aynı yerden, aynı saatte kalkacağını tekrar öğrenmiş olduk. 1 Mayıs sabahı değişmez bir rutinimiz vardı. Otobüsün varabildiği son noktaya kadar, semtin solcu abi-ablaları, geldiyse amca-teyzeleri ve çocuklar ön koltuklarda otururdu. Çünkü arka taraf, leş gibi alkol kokan ve otobüse kendine zor atıp hemen bir koltuğa yayılmış, ağzından salyalar akan arkadaşlardan ve benden oluşurdu. Yine o lanet biber gazının etkisiyle hafiften böğürerek ve öksürerek kendime geldim. "Siz inmeyin, siz inmeyin" diye arkadaşlardan birisi, zaten bu tarz durumlarda "Ay ne yapsak, dönsekmi" tepkisinin yükseldiği ön tarafa seslendi. "Kaptan, orta kapıyı aç" dedi öbürü. "Kaptan, varsa bi otuzbeşlik aç, yoksa ben indikten sonra kapıyı kapat" gibi havalı bir laf edip otobüsten indim ki, gelenek olduğu üzere içimizden birisi, gece o kadar içtikten sonra, aç karnına gazı yiyince, kusmaya başladı. Ve bu anı gören yoldaşlarının, bir gözünde orak, diğerinde çekiç belirdi. Yaralı arkadaşlarını tekrar otobüse bindirdiler, ve "Orospu çocukları" diyerek hücum ettiler. İçlerinden, memur çocuğu olduğu belli olan bir tanesi: "Benim babam emekli polis ulan, şerefsizler" diye bağırdı. Diğerleri ona güldüler. Bir başkası yine kusacak gibi oldu, ama düşmana moral verir endişesiyle kendini tuttu. Ve o esnada kahramanımız, atılan yoğun gazdan kaçan insanların oluşturduğu arbedede yere düşen bir kişiyi, kolundan tutup kaldırdı. Görece sakin, bir noktaya vardıklarında, bir apartmanın merdivenlerine oturtup, elindeki suyla yüzünü yıkadı. "Yüzü, nasıl desem, böyle abi burda her taraf bina ya, bunalıyoz. İki ağaç görünce insanın içine bi ferahlık geliyo. Sonra ormana gidiyoz, o kadar ağacın arasında bi çiçek görüyoz. Bu sefer o çiçek bize bi mutluluk veriyo. Yani insan o nadide olanı arıyo, öbürlerine benzemeyeni. O çiçeği alıp, evine götürmek istiyo. Bu boktan, betondan dünyada, görünce hem içine huzur veren, hem de görünce mutlu olacağın bir çiçek gibiydi yüzü" dedim, arkadaşlardan birisi hemen sordu "Eee, naptın?" Kendime yakışanı yaptım tabi ki, sabah ki gazla, bana kalırsa ülkede sosyalizmin koşulları olgunlaşmıştı ve "İyi misin yoldaş?" diye sordum. Arkadaşlar güldü. Sonra tekrar gaz atıldı, dağıldık ve gece üstüne bir de arkadaşların maskarası olunca ben Derya'ya mesaj attım: "Bu halk, bu ihaneti unutmayacak!" Sanıyormuş ki, yanlış kişiye mesaj atmışım. Ulan ben bankada sıra beklerken aldığım numarayı unuturum, eski sevgililerimin numarasını unutmam, gerekirse arar, oy isterim. "Senin filmini yapıcam lan, cümle alem görsün" Şimdi de, "beyfendi" olduk. Bu evli bir kadının telefonuymuş, sonu ünlemli. "Nolcak, bana da muta nikahı kıyar, sevaba girersin. OLMAZ MI?" yazdım. "KİMSİN LAN SEN???" diye cevap geldi. Başka cevap yazmadım, gönül rahatlığıyla yatağıma uzanıp, uyudum. Sabah uyandığımda, telefonum da iki cevapsız arama vardı. Her zaman ki gibi umursamayarak, önce kahvemi yapmak için ısıtıcıya su koydum, sonra kendime bir sigara sardım. Suyu doldururken telefonum bir daha çaldı, ilgilenmedim. Kahvemi, sigaramı ve telefonumu alıp balkona çıktım. Aynı numara üçüncü kez aramıştı. Kahvemden bir yudum alıp, sigaramı yaktıktan sonra, geri döndüm: "Hep aynı numarayı yapıyosunuz" Kısa bir sessizlikten sonra, karşıdan ne demek istediğimi, haklı olarak anlamayan ve kibar bir kadın sesi geldi: "Pardon!?" Müşteri hizmetleri çalışanlarına acıyorum ama şirketlerden nefret ediyorum. "Bakın hafendi, herhangi bir 'ihlas' ürünü ya da tatil paketi veya 'çok uygun bir kredi' almak istemiyorum, anlatacaklarınız sonunda da hiçbir şeye ikna olmam ama dinlemem size bir fayda sağlayacaksa, sonuna kadar dinleyebilirim" dedim. "Hayır yanlış anladınız, ben bir firma adına aramıyorum Erdal Bey" dedi kadın. Gerçekten şaşırmıştım: "Nasıl olur, bugüne kadar bana herhangi bir tüzel kişilik dışında 'bey' diyen olmamıştı" diye cevap verdim. Kadın bir an için güldü, fakat kendini hemen toparladı. Çünkü beni ciddi bir mesele için arıyordu. Derya'nın o sümsük kocası, 'Nerdesin lan? Adresini ver it!' yazmak yerine, beni bir avukata vermişti. Mevzuyu anlayınca keskin zekam devreye girdi ve "İyi de, kanıtınız var mı?" diye sordum, ağzımı yayarak. "Halk ihanetleri unutmaz" dedi, avukat hanım. Ve beklenen açıklama geldi: "Bakın avukat hanım, tüm samimiyetimle söylüyorum, prensip olarak evli olduğunu bildiğim eski sevgililerimi rahatsız etmem" Hem hoşuna gitmiş, hem de sormadan edememişti: "Evli değilse?" Ben bazen, çok tatlı bir çocuk olurum: "Ne bileyim, en azından kocası benden şikayetçi olmaz" Bu sefer güldüğünü anlamamam için telefonu ağzından uzaklaştırdı ve sonra bana duşa girip, evden çıkıp, minibüsten indikten sonra bürosunun kapısını çalana kadar, iyi bir gerekçe bulmam için yeterli olacağını düşündüğüm süreyi verdi. Ve ben, 'eski sevgili hakkı' başta olmak üzere, bir sürü saçmalığı aklımdan geçirirken elim zile dokundu. Avukat Hanım'ın şu an bir görüşmesi vardı ve sekreterine normal şartlar altında 'iki torba çimento' yazdırabilmek için, açık söylüyorum, çocuğum bırakın yüzüme tükürmeyi, suratıma sıçabilirdi. Fakat ben, sistemin bize kurduğu tuzaklara hazırlıklı bir bireydim ve lavobonun yolunu tuttum. Döndüğümde, avukat hanım müsait, sekreter hala aşırı seksi, bense biraz rahatlamıştım. Odaya, kapıyı çalmadan girdim. Avukat hanımla göz göze geldik. Hemen kapıyı kapattım ve çaldıktan sonra içerden gelecek cevabı bekledim. "E hadi girin bari" dedi Deniz. Hayatımın en ürkek kapı açışıdır. Sıradan bir devlet memuru işini yapsın diye, bir yandan titreyen, bir yandan da gülümseyerek heyecanını gizlemeye çalışan bir köylü gibiydim. Buyur ettiği yere oturduktan sonra, ilk defa kafasını kaldırıp bana daha detaylı baktı Deniz. "Erdal Bey, siz dün 1 Mayıs'a katıldınız mı?" diye sordu. "Ben dün, çok güzel bir çiçek gördüm. Tam adını soracaktım ki, duvar yıkılırsa altında kalmaktan korkanlar saldırdı. Biz de mecburen gittik, taş yığınının arasındaki bir ağacı kurtuluş sandık. Üzerine beton da diksen, topraktan bir çiçeğin tüm engellere rağmen çıkacağını unuttuk. Ben kadere inanmam. Zaten Derya, beni bu gibi inanmayışlarım yüzünden terk etti. Şimdi sizden tek bir ricam olabilir, mümkünse tüm dünyaya yayılın ve bu güzelliğin yerine beton dikip, insanı iki ağaç dalına muhtaç edenlerden, bizi kurtarın, en azından bana bir borcunuz var. Bir kere de siz beni kurtarın" diye cevapladım. Sonra, Derya'nın sümsük kocasını ikna etti avukatları Deniz Hanım. Benimle sevgili oldu. Prensip olarak evlenmem diyordum. Evlendim ve Deniz boşanma davamızda, Semra'nın avukatlığını yapıyordu.
ne olursan ol gel, ama çok uzun kalma
mevlevi tekkesi değil canım burası
28 Mayıs 2015 Perşembe
23 Mayıs 2015 Cumartesi
Bir Erkeğe Vurulan Yüz Aşk Darbesi (2.Bölüm)
DERYA
Kimilerinin egosu çok büyüktür, ele avuca sığmaz. Bildiğin zenci şeyi gibidir. Benim egomsa küçüktü. Neyse ki Derya, mutasıp bir ailenin kızıydı ve bunu sorun etmedi. Ta ki "Babam, Allah'ın izniyle siz de evlenin" dedikten sonra benim, "İzin verir mi ki?" cevabımı duyana kadar. "Vallaha Allah'a demedim, baban izin verir mi?" diye sorsam da kaçınılmaz son giderek yaklaşıyor, Derya her gün benden biraz daha uzaklaşıyordu. Ona göre ben artık, "Bencil, egoist, sadece kendisini düşünen, başkalarının değer yargılarına hiç önem vermeyen, bir de üstüne kendisine demokrat diyen.." Derya'nın lafını sadece ona sevgi sözleri söyleyeceğim zaman yarıda keserdim. Bir keresinde "Dünya güzel ama" diye lafa girmişti. Yine Çepraz'dan bahsedecek sanmıştım. Altı ay önce Çipras dedikleri adama, bugün nasıl Çepraz dediklerini hala anlayamam. Konu uzamasın diye "Sen daha güzelsin" demiş ve lafını yarıda kesmiştim. İşe yaramıştı. Derya "Allah şahidimdir ki, seni seviyorum" demişti. Kendimi tutmuş, "En az iki şahit olmadan bu nikah kıyılamaz. Arabistan değil kızım burası. Öyle olsaydı benim de, dört tarafım derya deniz olurdu" dememiştim. Benim bunları demediğimi duyunca, beni ilk kez yanağımdan öpmüştü Derya. Eğer iyi bir strateji belirlersem konuyu değiştirebiliyordum. Lanet olası stratejik yanılgı ya da bilmiyorum biraz da algıda seçicilik. Tüm söylenenleri bir kenara bırakmış ve sormuştum: "Egoist derken, neyi kastediyosun?" Lafını, bugüne kadar ilk defa ona güzel bir söz söylememek için kesmem Derya'yı biraz şaşırtmış, biraz üzmüş, ama en çok sinirlendirmişti: "Sadece kendini düşünüyorsun" dedi. Doğrusu, ben de kendime hakaret edildiğini düşündüğüm için sinirliydim ve Derya'nın bu cevabını o an hiç dinlemedim, biraz da kabalaştım sanırım: "Lan ne gördün de, ne konuşuyon!" dedim. Soğukkanlılığını kaybetmiş bir erkek, ya kaybeder ya da kaybeder. "Ne diyosun sen be!" dedi Derya. Elim ayağıma dolandı. Lafını unutup, izleyiciye çaktırmadan, ya sahne arkadaşlarım ya da reji duruma el atsada beni kurtarsa, diye bekleyen oyuncunun o, kısa ama saatler süren tedirginliğini yaşadım. Reji yardım etti. Aklımı sikiyim: "Dinimize göre biz evlenemeyiz" İlaç olsa bilerek kendi içkime atar, oracıkta bayılır kalırdım. "Ya ne dini, ne dediğinin farkında mısın, bi kere namaz kılmışlığın mı var, ne zaman kahvaltıda buluşsak leş gibi rakı kokuyorsun, bi gün oruç tutmuşluğun mu var, ben seni tüm bunlara rağmen sevdim. Babama bi kere olsun 'inanmıyor' demedim" Dedi Derya. "Ya ben o dinden mi bahsediyorum. Ben dinimiz islamdan bahsediyorum" Derya ne olur soru sorma, bana öyle bakma, bildiğim tek şey, peygamberinizin "yanınıza 'bilmem ne' ağacı alarak savaşa giderseniz, sağ salim evinize dönersiniz" hadisi, onu da çok saçma olduğu için anlatıyorum. Bak korkudan ağacın adını da unuttum. Sordu Derya: "Niye evlenemiyomuşuz, dinimize göre?" İyi poker oyuncuları rest çeker, kötü poker oyuncularıysa reste restle karşılık verir. "Çünkü ben kafirim" Derya, ne diyeceğini şaşırdı, samimi görünüyordum. Buna eminim. Rol yapmadığımı ve onunla evlenmek için bir engel çıkarmadığımı, aksine bu engeli nasıl aşacağımızı düşündü Derya: "İyi ya daha çok sevaba girerim" dedi. Hazır ortam yumuşamışken bir şaka patlatayım dedim: "Gusül abdesti almam ama" Derya'nın kafasında bin soru işareti vardı, binbir oldu. "Tövbe yarabbim, tövbe" Derya karşıma ilk defa güzel bir kadın olmaktan çıkıyor, yolda elele gülüşen çiftleri gören bir imamın kendi kendine yakınmalarını başkalarının da duymasını istediğini zaman ki gibi konuşuyordu: "Allah'ım sen bizi affet" O sırada üst taraftaki egom sustu ve alt taraftaki egom devreye girdi: "Yahu cima yapıcaz diyorum, zina değil. Bunun nesine kızıyosun" dedim. "Babam, izin vermez" dedi ve gitti Derya. Yıllar sonra, Üsküdar'da bir alışveriş merkezinde Semra'yla dolanırken gördüm Derya'yı. Kocası yakışıklı bir adamdı, bir de çocuğu vardı. Kocası çocuğuyla, Semra vitrinle ilgilenirken göz göze geldik. Benim gözlerimde kocaman, o'nun dudağının kenarında küçük bir gülümseme belirdi. Ben elimi sallamak için havaya kaldıracaktım ki, o bunu anladı ve kendi elini kaldırıp parmağındaki yüzüğü gösterdi. Ben de hareketimi kesmedim ve elimi sallamaktan vazgeçip parmağımda bir yüzük olmadığını ona gösterdim. Kendini tutamadı ve kahkaha attı. Kocası bu ani kahkaha karşısında önce Derya'ya, sonra Derya'nın baktığı tarafa yani bana baktı. Göz göze gelecek gibi olduğumuz anda hızla Semra'nın dudaklarına yapıştım. Semra ne olduğunu anlamadı ama mutlu oldu. Derya ne yaptı bilmiyorum. Çünkü bir daha göt korkusundan o tarafa bakamadım.
Kimilerinin egosu çok büyüktür, ele avuca sığmaz. Bildiğin zenci şeyi gibidir. Benim egomsa küçüktü. Neyse ki Derya, mutasıp bir ailenin kızıydı ve bunu sorun etmedi. Ta ki "Babam, Allah'ın izniyle siz de evlenin" dedikten sonra benim, "İzin verir mi ki?" cevabımı duyana kadar. "Vallaha Allah'a demedim, baban izin verir mi?" diye sorsam da kaçınılmaz son giderek yaklaşıyor, Derya her gün benden biraz daha uzaklaşıyordu. Ona göre ben artık, "Bencil, egoist, sadece kendisini düşünen, başkalarının değer yargılarına hiç önem vermeyen, bir de üstüne kendisine demokrat diyen.." Derya'nın lafını sadece ona sevgi sözleri söyleyeceğim zaman yarıda keserdim. Bir keresinde "Dünya güzel ama" diye lafa girmişti. Yine Çepraz'dan bahsedecek sanmıştım. Altı ay önce Çipras dedikleri adama, bugün nasıl Çepraz dediklerini hala anlayamam. Konu uzamasın diye "Sen daha güzelsin" demiş ve lafını yarıda kesmiştim. İşe yaramıştı. Derya "Allah şahidimdir ki, seni seviyorum" demişti. Kendimi tutmuş, "En az iki şahit olmadan bu nikah kıyılamaz. Arabistan değil kızım burası. Öyle olsaydı benim de, dört tarafım derya deniz olurdu" dememiştim. Benim bunları demediğimi duyunca, beni ilk kez yanağımdan öpmüştü Derya. Eğer iyi bir strateji belirlersem konuyu değiştirebiliyordum. Lanet olası stratejik yanılgı ya da bilmiyorum biraz da algıda seçicilik. Tüm söylenenleri bir kenara bırakmış ve sormuştum: "Egoist derken, neyi kastediyosun?" Lafını, bugüne kadar ilk defa ona güzel bir söz söylememek için kesmem Derya'yı biraz şaşırtmış, biraz üzmüş, ama en çok sinirlendirmişti: "Sadece kendini düşünüyorsun" dedi. Doğrusu, ben de kendime hakaret edildiğini düşündüğüm için sinirliydim ve Derya'nın bu cevabını o an hiç dinlemedim, biraz da kabalaştım sanırım: "Lan ne gördün de, ne konuşuyon!" dedim. Soğukkanlılığını kaybetmiş bir erkek, ya kaybeder ya da kaybeder. "Ne diyosun sen be!" dedi Derya. Elim ayağıma dolandı. Lafını unutup, izleyiciye çaktırmadan, ya sahne arkadaşlarım ya da reji duruma el atsada beni kurtarsa, diye bekleyen oyuncunun o, kısa ama saatler süren tedirginliğini yaşadım. Reji yardım etti. Aklımı sikiyim: "Dinimize göre biz evlenemeyiz" İlaç olsa bilerek kendi içkime atar, oracıkta bayılır kalırdım. "Ya ne dini, ne dediğinin farkında mısın, bi kere namaz kılmışlığın mı var, ne zaman kahvaltıda buluşsak leş gibi rakı kokuyorsun, bi gün oruç tutmuşluğun mu var, ben seni tüm bunlara rağmen sevdim. Babama bi kere olsun 'inanmıyor' demedim" Dedi Derya. "Ya ben o dinden mi bahsediyorum. Ben dinimiz islamdan bahsediyorum" Derya ne olur soru sorma, bana öyle bakma, bildiğim tek şey, peygamberinizin "yanınıza 'bilmem ne' ağacı alarak savaşa giderseniz, sağ salim evinize dönersiniz" hadisi, onu da çok saçma olduğu için anlatıyorum. Bak korkudan ağacın adını da unuttum. Sordu Derya: "Niye evlenemiyomuşuz, dinimize göre?" İyi poker oyuncuları rest çeker, kötü poker oyuncularıysa reste restle karşılık verir. "Çünkü ben kafirim" Derya, ne diyeceğini şaşırdı, samimi görünüyordum. Buna eminim. Rol yapmadığımı ve onunla evlenmek için bir engel çıkarmadığımı, aksine bu engeli nasıl aşacağımızı düşündü Derya: "İyi ya daha çok sevaba girerim" dedi. Hazır ortam yumuşamışken bir şaka patlatayım dedim: "Gusül abdesti almam ama" Derya'nın kafasında bin soru işareti vardı, binbir oldu. "Tövbe yarabbim, tövbe" Derya karşıma ilk defa güzel bir kadın olmaktan çıkıyor, yolda elele gülüşen çiftleri gören bir imamın kendi kendine yakınmalarını başkalarının da duymasını istediğini zaman ki gibi konuşuyordu: "Allah'ım sen bizi affet" O sırada üst taraftaki egom sustu ve alt taraftaki egom devreye girdi: "Yahu cima yapıcaz diyorum, zina değil. Bunun nesine kızıyosun" dedim. "Babam, izin vermez" dedi ve gitti Derya. Yıllar sonra, Üsküdar'da bir alışveriş merkezinde Semra'yla dolanırken gördüm Derya'yı. Kocası yakışıklı bir adamdı, bir de çocuğu vardı. Kocası çocuğuyla, Semra vitrinle ilgilenirken göz göze geldik. Benim gözlerimde kocaman, o'nun dudağının kenarında küçük bir gülümseme belirdi. Ben elimi sallamak için havaya kaldıracaktım ki, o bunu anladı ve kendi elini kaldırıp parmağındaki yüzüğü gösterdi. Ben de hareketimi kesmedim ve elimi sallamaktan vazgeçip parmağımda bir yüzük olmadığını ona gösterdim. Kendini tutamadı ve kahkaha attı. Kocası bu ani kahkaha karşısında önce Derya'ya, sonra Derya'nın baktığı tarafa yani bana baktı. Göz göze gelecek gibi olduğumuz anda hızla Semra'nın dudaklarına yapıştım. Semra ne olduğunu anlamadı ama mutlu oldu. Derya ne yaptı bilmiyorum. Çünkü bir daha göt korkusundan o tarafa bakamadım.
18 Mayıs 2015 Pazartesi
Aslında Selma Beni Çok Sevmişti.
Bunu söylemekten çok hoşlanmıyorum ama Selma, bana, bildiğin aşık olmuştu. Normalde, benim kendi arkadaşlarıma 'Kızı nasıl tavladım' diye böbürlenerek anlatacağım hikayeyi Selma, yine benim arkadaşlarıma şöyle anlatırdı: "Biz şimdi bununla, aynı sitede oturuyoruz. Ben hep uzaktan görüyorum bunu, genelde kendi kafasına göre takılıyo filan. İşte çarşıya gidecekse, evlerinin önünden geçerken insanlara 'Bir şey lazım mı?' filan diye soruyo ama nerde içki içiliyosa bu orda. Babamla bile içiyo. Bi gece telefonumda yüklü bi program var, baktım ordan bi like geldi..." Arkadaşımın birisi bu kısımda hemen devreye girer ve sorar mutlaka: "Bi baktın Brad Pitt", adımı söylemezler bilerek, çünkü karşısında alacakları "Ahh nerdeee!" cevabı onlar için benimle taşşak geçmenin en güzel yoludur. Selma da, o yolun yolcusudur, tam olarak beklendiği gibi devam eder: "Ahh nerdeee! bi baktım bu. Dur dedim, bakayım ben de o'nu like edersem bi şey yazacak mı? Yazdı. Ne yazdı peki?". Yine Selma'nın lafı yarıda kesilir, "Memelerden bahsetmeyi sevmem ama çok güzel göğüslerin var" diye tahmin yürütür bir arkadaşım, bir öbürü, "Bugüne kadar haftada sadece iki saatimi benim için özel olan bir şeye, Trabzonspor maçlarına ayırdım. Bundan sonra senden sadece haftada iki saat uzak kalayım, geri kalan her anım özel olsun" diye devam ettirir. Selma, tam "Yok yok, az dinleyin" deyip lafa girecektir, bir başkası sözünü keser: "Yılda bir altılı oynarım, ilk ayakta yatarım, senle yatmam". Derin bir sessizlikten sonra hepimiz güleriz. Evet, bu ve diğerleri tam olarak benim verebileceğim cevaplardır. Ama, o gün öyle yapmadım. Ben de Selma'dan hoşlanmıştım. Bana da sorarsan, bahçesinde dolaşan bir yavru kediydi, öyle uyuşuk, öyle tatlı, öyle güzeldi ki, yanına gidip, selfie çektiresin gelirdi; bir de Adnan Hoca'nın kediciklerinden çok çok daha içtendi. Bir doğallığı vardı, yani bir insan olamamışlığı, içinde çok ilkel zamanlardan kalma bir kadın vardı, bir kadın olamamışlığı vardı Selma'nın. Babası aynı masalarda denk geldiğimiz zamanlarda o'ndan bahsederdi: "Beni kızım var mesela, kimileri erkek çocuk der durur. Niye?" İçimden 'Yarrak sevdası" diye geçirirdim. Sonra babası devam ederdi: "Selma, erkek gibi kız". Selma 'Kadın gibi kadın ulan' derdim içimden. O gün de, Selma'ya karşı olan bu hislerimi tam olarak tercüme edeceğini düşündüğüm için "Kadın gibi kadınları çok seviyorum" yazdım. Bu güldü tabii, güldüğüne adım gibi eminim, öyle 'bak ya, tam aptal' gibisinden değil, bildiğin hoşuna giderek güldü. Anlatmaya devam etti, Selma: "'Sen, tam bi serserisin' yazdım, bende buna. Yani söylediklerine verilecek en makul cevapta, buydu bence." Arkadaşlarım devamının kendi hayal güçlerininin bile sınırlarını zorlayacağını bildikleri için, "Ne yazdı sonra?" diye sordular. Selma, şöyle devam etti: "Ben bir tam, bir de öğrenci serseriyim" Hep birlikte güldük. Selma da cevabımı okuduğunda güldü, adım gibi eminim. Güldü ve bana şu cevabı yazdı: "Pekiii, seni diğerlerinden ayıran ne?" Cevabım hazırdı: "Ufuk çizgisi", Selma da hazır cevap olduğumu anlamış olmalı ki, önce şöyle bir mesaj: ":)", sonra da kendisinin bu cevaba hazır olmadığını belirten böyle bir mesaj gönderdi: "???" Sonra babası araya girdi, "Oğlum, sen bu bardakları mutfağa koy." dedi uzun bir es verdi, "Yarın filan hallederiz" diye geçiştirme çabalarına girdi. 'Sabah, bugünün işini yarına bırakma diyodun bana, şimdi gencim diye işi bana kitliyon, arada kızın olmasa senle çay bile içmem lan' diye geçirdim içimden. Bulaşığı yıkamaya başladım, arada aklıma geldi, aradığım cevap, buna yazdım: "Diğerlerinde gördüğün kadarı var. Ben de, çok değil ama azcık fazlası" Arkadaşım araya girdi, "İyi de oğlum, kadınların istediği şeyden bahsetmemişsin" dedi. Haklıydı, bahsetmemiştim ve dersimi almıştım. Selma'nın göğüsleri gerçekten çok güzeldi ve beni bırak, bundan bahseden arkadaşımla, sonra bacaklarının çok güzel olduğundan bahseden bir kadınla birlikte olmuştu. Yine de Selma, aslında beni çok sevmişti. Bunu, kafadan uydurmuyorum. Bir keresinde "Ayakların çok güzel" diyen sevgilisine devamında ne söyleyecek acaba diye uzun uzun bakmış, sevgilisi "Yanlış bi şey mi söyledim?" diye sorunca; aklına ben gelmişim ve 'Senin her ayağını tek geçerim' diyeceğimi bilerek gülümsedikten sonra sevgilisine şunu demiş: "Geç bu ayakları" ve ondan ayrılmış, ya da en azından ben böyle umuyorum, babasına, 'senin kız bu aralar boşta mı?' diye soracak halim yok ya!!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)