ne olursan ol gel, ama çok uzun kalma

mevlevi tekkesi değil canım burası

10 Temmuz 2015 Cuma

BİR ERKEĞE VURULAN YÜZ AŞK DARBESİ (8.BÖLÜM)

KABUKLU FISTIK: NİSANUR
Laik bir sokakta büyümüştüm. Bizde işler hep saçma sapan gittiği için, sokaklar laik, mahalleler muhafazakar ve 'çok milliyetçi bir ilçe'ler oluyor. Bu temelli; burda şunu, şurda bunu istemeyiz yaklaşımları yaşanıyor ve bu öbürünü istemeyen insanların her biri hunharca sömürülüyordu. En önemlisi komşu komşunun külünü muhtaçtır noktasından, birbirimize düşman olma noktasına gelmemizdi. Laik bir sokakta büyümekten hiçbir zaman rahatsız olmasamda, pardon hürriyet, sözcü, aydınlık filan isteyen bir komşu olduğunda rahatsız oluyorum, yani laik bir sokakta büyümekten az rahatsız olsam da, hemen bir birgün gazetesi alıp diğerlerini araya sıkıştırıyorum, görünmesinler diye. Ben de laisizme inanan bir insanım. Yine de aynıların birliğinden ziyade, farklılıkarın zenginliğini tercih ederim. Kast ettiğim şu değil tabi ki, ben müzik dinleyip dans etmekten çok sıkıldım, iki rekat namaz kılalım ya da ne bileyim; hadi birilerini linç edelim filan değil. Hani bayram olur iki kavurma yeriz onun derdindeyim ben. Ha sokakta kesmeye kalkarlarsa ben de karşı çıkarım, o ayrı dava. Ama mesela ben sabah güneş yüzüme vurunca uykum kaçıp, bir de sıcak bastırmışken elime kahvemi alıp balkona çıktığımda kendi kendime 'Aaa yine bayrak asmışlar, ne bayramıydı lan bu, neyse ne ya, el öpünce sadece nutuk çekiyolar, insan bi kutu bira verir' demekten bıkmıştım. Üst katınızda bir albay oturuyorsa ve bu özel günlerde asılan kocaman bayrak salonunuzu ışıksız bırakıyorsa durum daha da çekilmez hale geliyordu. Fakat karşı balkonda bayrağı gördükten sonra ilk defa kendi kendime söylenmeden koşarak geri salona girdim. O da ne, salonum apaydındı. Yoksa ikinci cumhuriyetçiler mi kazanmıştı? Hemen salon duvarına bir seccade, kapıya da karınca duası astım. Telefonumun melodisini ilahiye çevirirken aklım başıma geldi, rengi solmuşta olsa karşı balkonda hala sallanan bir bayrak vardı. Hala bu ülkede din ve devlet işlerinin birbirinden, kadınların tek eşinden ayrılması ihtimal dahilindeydi. Peki ya albay, bağırarak söyledim: "Lan yoksa albay öldü mü?" Koşarak üst kata çıktım, kapı açık ve ev bomboştu. 'Eşyalarıyla birlikte gömülmek istedi galiba' diye düşündüm. "Hayırdır hemşerim?" diye bir ses duydum, albayın salon penceresinden kendi evime bakarken, mutluydum artık salonuma karanlık çökmeyecekti. "Albay öldü mü ya? diye sordum keyifle. "Tövbe tövbeee" dedi dudakların üstündeki ince bıyık. Pek hoş bir tanışma olmadı haliyle. Albay taşınmıştı, bana bir 'eyvallah' dememesinin de tek bir sebebi vardı, biliyorum. Sırf bayraktaki beyaz yıldızı kızıla boyadım diye bana gönül koymuştu albay. Bayraktaki tek hilal, onun için katlanamayacağı bir siyasal hareketi çağrıştırıyordu. Ben de durumu düzeltmek adına yanına iki hilal daha koyunca albay iyice deli oldu. Hilallerin altına birer iki nokta yerleştirdim ve "Barışalım mı?" yazdım, yine ikna olmadı; neyse en sonunda siktir oldu gitti. Artık kolumun altına rakı şişesi sıkıştırmadan da üst kata çıkabilecektim. Kapı deliğinden son eşya taşıyıcısının da ayrıldığını görünce tabakta kuru pastalar ve bir demlik çayla yukarı çıktım. Kapı açıktı, medeni bir insan gibi seslendim "Kimse yok mu?" Nisanur kapıya geldiğinde hayatımda ilk defa bir kadına şunu söyledim: "Selamın aleyküm" İçeri buyur etti beni. Kendisi ev hanımıydı, eşiyse çevre mühendisi olduğunu söylüyordu ama daha çok ev tipi tüpe benziyordu. Biz tüp adamla, 'inşallah'lı 'maşallah'lı konuşurken Nisanur yatak odasında, kapı camına yansıyan görüntüden anladığım kadarıyla valizleri boşaltıyordu ve ilk defa upuzun saçları olduğunu gördüm, 'kabuklu fıstığım' üstünü değişmeye başlayınca. Eğer bu bir film olsaydı, cama yansıyan görüntü tam olarak kalbimin içinde görünüyor olurdu. "İkindi okundu mu" diye sorunca tüp adam, konu nerden nereye geldi bile diyemeyecek kadar boşluktaydım ve "okundu" dedim, "ben kıldım da geldim". Önce bi yadırgadı, ezan saatlerini biliryomuş it, yirmi dakikadır burada olduğuma göre erken kılmış olmayaymışım? Cama Nisanur'un görüntüsü sürekli hareket ettiği için vücut hatlarını çok kavrayamayacağım bir şekilde düşüyordu, ben de gözlerimi daha kısarak bakmak zorunda kaldım. Tüp adam, kendisine kızdığımı sandı ve durumu toparlamak adına bana kıbleyi sordu: "Ne tarafa dönüyoz?" Albay hep, "Türkiye yüzünü batıya çevirmeli" derdi. Elimle batıyı gösterip, içimden "Yat lan!" dedim tüp adama. O, namaza durunca tekrar yatak odası kapısının camına doğru baktım fakat hiçbir şey görünmüyordu. Bir gözümle tüp, gaz kaçırıyor mu diye dikkati elden bırakmadan, oturduğum koltukta biraz daha yana eğilerek diğer gözümle odanın biraz daha içini görmeye çalıştım. Göremeyince biraz daha eğilmeye meylettiğim sırada Nisanur aniden odadan çıkınca bir bardak dolusu sıcak çayı bir dikişte içme kararını bilinç düzeyinde verecek değildim elbet ama bunu bilinç altıma yerleştireninde kitabına tüküreyim. Sanki her şeyin farkındaymış gibi kendi kendine bir gülümsedi Nisanur, bana hiç bakmadan yerdeki koliyi almaya eğildi. İçim zaten yeni komşularım olduğu için kıpır kıpırdı, bir de üstene çayı basınca artık yerimde duramıyordum ve hareket etme fırsatını buldum, "Siz bırakın Nisa Hanım, ben taşırım" deyip koliyi elinden kapmam bir oldu. "Nereye gidecek bu?" diye sorunca eliyle kendisini takip etmemi işaret etti. Peşinden yatak odasına girdiğimde açık olan iç çamaşırı çekmecesi gözüme çarptı ve farklılıkların zenginliğimiz olduğunu bir kez daha anladık, ben ve suç ortağım. Belki beş saniye kadar geçmişti ki, tüpten bir ses geldi: "Öhö öhö" gıcık kapmıştı it, basınç yapıyordu. Yatak odasından çıkmadan dayanamayıp son bir kez Nisanur'a baktım, yine kendi kendine gülümsüyordu. Salona girdim ve seccade toplayan tüpe "Allah kabul etsin" dedim. Nisanur duysun diye de ekledim: "Şüphesiz ki o tüm gerçekleri görüyor" Ertesi akşam işten eve dönerken tüm mahalleliyi hayrete düşürecek bir olay yaşandı; ben ilk defa elimde siyah bir poşet olmadan, kutsal denilen bir kitabın türkçe mealiyle sokağa giriş yaptım. Yatsı namazından beş dakika önce bakkalı aradım ve "Bana beş bira gönder, tam beş dakika sonra çocuk kapıda olsun, zile basmasın ben kapıyı açıcam, bir de siyah poşede koyma" dedim. Muhtemelen birlikte namaz kılıyorlardı ve Nisanur ülkemizde alışılageldiği üzre benim bira içtiğimi görüp beni katı bir laik olarak yaftalayamayacaktı, ama yine de risk almaya değmezdi. Bu bir süre daha böyle devam etti. Televizyon açmayıp sürekli Yusuf İslam dinlemekten çık sıkılmıştım ve iki duble rakı içtikten sonra migrostan aldığım tereyağını ambalajından çıkarıp, bir streç filmin içine sardıktan sonra üst kata çıktım, kapıyı çaldım ve 'kabuklu fıstığım' açtı demeyi çok isterdim ama tüp adam açtı. "Köyden yağ gönderdiler de, size de getirdim" dedim. "Yengen bayılır" dedi. Yengen dedi bana, beni tahrik etti, atletiyle evde oturan tüp. Ev hali bir insana bu kadar mı yakışır, kapıya geldi: "Ayy çok teşekkürler" dedi, 'tatylı kabuklu fıstığım' Tüp adamın telefonu çaldı, nihayet başbaşa kalabilmiştik. "Yarın sabah kahvaltıya bize buyurmaz mısınız?" diye sordu yine hınzır bir gülümsemeyle, 'yaramaz, taytlı, kabuklu fıstığım' Kulağına eğilip "Kahvaltıda olmaz" diyemedim. Fakat her şeyin bir ilki vardı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder