YALNIZLIĞIN KISA TARİHİ
İnsanlık tarihi boyunca sürekli arayış içerisinde olmuştur. Acıkınca yemek aramıştır mesela, basit şeylerden başlamıştır. Sıcak aramıştır önceleri, su aramıştır. Sonraları sıcaktan korunmak için klima aramaya, kendisine daha çok dert edinmeye, daha karmaşık şeylerin peşinden koşmaya başlamıştır. Üzümden, rakı yapmış; rakıyı sek içmiş, sonra su katmış, bi duble daha içmiş, evin içinde nefes alamayınca balkona, sinekler ısırınca mağaraya geri dönmüş, yabani hayvan saldırılarına karşı pencerelerine demir korkuluk yaptırmış, bi duble daha içmiş, önce bakmış, sonra birşeyler söylemek istemiş, yutkunmuş, manalı olur diye bir iki ses çıkarmış, unutmayayım diye bu seslerden şarkı yapmış, sonra yine susmuş, uzaklara dalmış, sokaktan geçenleri seyretmiş, bir çakal iki de yaban domuzu görmüş, tüm duygusallığını kaybetmiş, dertlenmiş bu duruma, bi duble daha içmiş, anlamadığı şeyler varmış insanlığın, korkmuş, tapınaklar inşa etmiş, sunaklar yapmış, en güzel en samimi en içten hediyelerini bir hiç uğruna harcamış, şiirler yazdığı kadın onu istemeyince bi duble daha içmiş.
O zamanlar en çok duyduğum söz, "Valla, sen iyisin ha" oluyordu. 'Ben iyi miyim?' diye soruyordum kendi kendime, arkadaşlarım öyle diyor, çünkü artık hiçbirimiz mağarada yaşamıyoruz; eskiler dumanla haberleşirdi, bizse kafa buluyoruz. Onlar ava çıkardı, biz eve sipariş ediyoruz. Tarımı bile bizim için artık başkaları yapıyor; biz de onlar için ağrıyan yere patates basmak yerine ilaç, sınır kavgası yaşamasınlar diye kadastro, aptal kalmasınlar diye akıllı telefon yapıyoruz. 'Ben iyi miyim?', iyiyim, aslında herkes iyi, peki arkadaşlarım bana neden "Valla, sen iyisin ha" diyor. Arkadaşlarım neden kendilerini kötü hissediyor? Çünkü sevgilileri, aşkları, eşleri var. Okuduğum birçok makalede, yalnızlık insanlığın en büyük korkusu olarak belirtilir, ölüm korkusunun bile önüne geçmiştir ve bu okumuş etmiş iş güç sahibi insan evlatları, benim 'iyi' olduğumu iddia ediyor. Yalnızlığın iyi bir şey olduğunu; gece yanında yatan sadece bir kirpiğin bile aslında ne kadar mükemmek bir resim olarak seyredilebileceğini, nefes alıp verirken inip kalkan göğüs kafesinin kıyıya vuran dalgalar kadar huzur verici olabileceğini unutan insan iddia ediyor. Çünkü aranıyor, kaşıntısı var insan evladı insanın.
'Benim nerem iyi lan' diye bağırmak geçiyordu içimden. İnsanlar kendilerini boş yere mutsuz ediyordu ve üstelik bu yetmezmiş gibi yalnızlığıma övgüler düzüyordu. Ben mazot almak için şehre inen köylüydüm, onlar altlarında son model ciplerle bizim derenin yanına gelip, 'Valla, hayat size güzel' diyen şanslı zengin piçleriydi. Övüldükçe eziliyor, özgüven kaybım giderek artıyordu. 'Şu rakı bitse de, siktir olup eve gitsem' oluyordum. 'Nesi iyi lan yalnızlığın' diye düşünürken, bir başıma kalmak için can atıyordum. Rakı da illa ki bir yerde bitiyordu.
Her seferinde eve dönerken önce aklımdan film, dizi izlemek geçiyor, sonra saate bakıyordum ve geç olmuş oluyordu bahanem. Ama işin iyi tarafı gece hangi tekel bayinin, saat kaça kadar açık olduğunu bilmemdi. Giderek teknolojiden uzaklaşmaya, sosyal yalnızlıktansa bireysel yalnızlığı tercih etmeye başlamıştım. Bir kitap ayracı görmüş, yazan cümleyi çok sevmiştim. Masamın karşısındaki duvara bakıyor, hayaller kurabiliyordum bu sayede: "Beş parasızdım ve kadın çok güzeldi". Kitabı hiç okumadım, belki okusam bu cümle ardında ve önündeki cümlelerle birleşince böyle güzel, bana böyle dost olmayacaktı, hayaller yazarın olacaktı o zaman, benim olmayacaktı. Kendi kendime oynadığım tüm oyunlar yasaklanacaktı: "Yalnızdım ve kadın çok güzeldi" oyunu, "Çok param var ve en güzel benim eşim" oyunu, "Yalnızım, kadınım ve çok güzelim" oyunu, "Yalnızsam, çokta güzellik aramam" oyunu, "Param yok, karı desen hiç yok" oyunu, "Karıyı buldunda, parayı mı dert ediyon" oyunu...
Hayatıma bir renk lazımdı anlayacağınız ama yoktu. Sabah evin neresinde olduğunu yattığım yerden kestiremediğim telefonumun ilk dört çalışına 'ya gereksizin biridir, ya arkadaşlarım boş bir iş için arıyordur ya da bi firma falandır' diye düşünerek cevap vermedim ama beşinci çalışa tepkisiz kalamadım. Arayan annemdi, aradığım renk hayatıma girecekti, dedim ya artık daha karmaşık şeyler peşindeyiz, amcam ölmüştü, 'Yalnızdım ve kadın çok güzeldi'.
Önce elinde bir tencere yemek taşıyan, cenaze evinde ve başını kapatmış bir kadın gördüm. "Kolay gelsin" dedim, "Saol, başınız sağ olsun" dedi. Güzel miydi, değil miydi onu bile farketmedim. Amcam bir kenar mahallede yaşardı, ben sadece eylemlere ve cenazelere gelirdim buralara. Adımı söyledim, adını söyledi ve işine devam etti. Kötü bir niyetim yoktu aslında ama sanki 'Beni işimden etme', 'Amcan ölmüş, cenaze var, sende boş durma bi şeyler yap' der gibi gitti. İnsanoğlu hala bilmedikleri birilerinden af diliyordu cenazelerde. Ama eskisi gibi değerli mallarını gidenin yanına koymaktan vazgeçilmişti, bu yüzden amcamın iki oğluyla aralarındaki paylaşım kavgasını giderebilmek için uzun uzun konuşmak zorunda kaldım. Eskiden bunu yapıyor muyduk, bilmiyorum ama ikinci günde yine bilmediğimiz bir şeyin söylediğine göre evde küçük bir organizasyonn olacak, hısım akraba konu komşu gelecekti. Dışarıdan içecekleri alma görevi bana verilmişti ve yine evde tanımadığım bir kadın bazı işlere koşturuyordu. Onun da hiç yüzüne bakmadım. "Valla, iyidim ha", o kadar çok alışmıştım ki yalnızlığa varacağım yer burasıydı. Kolay gelsin faslını geçtikten sonra, adımı söyledim, "Biliyorum" dedi. İşine devam etti. Bu sefer peşinden dikkatlice baktım, dün tanışmıtık evet, akşam yine başına örtecekti, çünkü kural böyle koyulmuştu. Belki yalnızlık beni köreltmişti ama merak unsuru hiçte fena durmuyordu. Akşam dua etmediğim için kendimi balkon yerine mutfağa attım. Sigara içerken bir yandan gözlem yapabiliyor, bir yandan da konuşulanları dinleyebiliyordum. Birincisi güzeldi, çok güzeldi, ikincisi yengemin yeğeniymiş, üçüncüsü "Allah razı olsun, her işe koşturuyor". Amcamın çocuklarıyla akşam meyhaneye gittik, sonra babam yanımıza geldi, uzun uzun dertleştik. "Baba, ben amcamın yedisine kadar burda kalayım, belki bi faydam dokunur" dedim. Amcamın çocukları "Yahu biz hallederiz"lere filan girmeye başlayınca, ısrar ettim, babam "İyi olur" dedi, annemden biraz para kopardım. Üçüncü gün ritüeli çokta gerekli bir icat değilmiş, pek gelen olmuyor. Daha uzun konuşma şansımız oldu, hayatımda gördüğüm en güzel konuşan kadın, ne edebi ne bilimsel, ne akılcı ne faydacı, içinden ne gelirse onu söylüyor ama cümleye başlarken bi takılıyor, bi duruyor, ne söyleyeceğini bilmediği için değil, söyleyemiyor sadece. Bu kadar güzel bir söyleyememek olmaz. Hiçbir erkek bir kadının ağzından çıkacak sözleri duymak için böyle bir heyecan yaşamamıştır. Her seferinde acaba şimdi ne diyecek tahmini yapıyorum ve tutarsa acayip keyif alıyorum. Sadece dilimize kazınan ataerkil lafları ettiğinde düzeltiyorum, itiraz etmiyor. Bu kenar mahallelerin en güzel taraflarından biri, herkes biraz politika biliyor. Dördüncü gün ülke meselelerini geçip kendi dertlerimizden konuşmaya başlayınca, gülüşünü fark ettim. Çok az sesli gülüyordu ama gülerken gözlerine bakınca en güzel şarkıları duyuyordunuz. 'Elini tutsam' diyordum içimden, orta okulda işe yaramıştı, fakat yalnızlık bu kadar çok yüzüme vurulmamıştı o zamanlar, şimdi yapamıyordum. Beşinci gün bulaşıkları yıkamasına izin vermedim, kendim yıkadım. İçeri gitti, halası ağlıyordu, o da ağladı. Onları görünce ağlayacak gibi oldum, kondunun üst katına çıktım, amca çocukları maç izliyordu. Altıncı gün rakı aldım, bira da aldım. "Üstte çocuklarla oturucaz, sende gel istersen" dedim. Geldi, o içmedi, biz içtik. Çocuklar konuşurken, onlara cevap verdi bazen, ben çoğunlukla sustum. Ben çoğunlukla susarken, çocuklar konuştu, o cevap verdi bazen. Daha rakı bitmemişti ki, çocuklar bitti. Kendime bi duble rakı daha koydum. Masayı o toplayacaktı, öyle görmüştü, kalkmadı masadan. "Bi kitap ayracı var" dedim, cümlenin önünü sonunu hesaplamadan girdiğim için küçük bi duraksadım, yüzüne baktım, ne diyeceğimi merak ediyordu, ilgisini çekiyordum, "Ayraç ne?" dedi. Soruyu hiç yadırgamadan gayet ince bi şekilde cevapladım: "Ya işte kitap okurken araya koyuyosun, en son kaldığın yeri unutma diye" dedim. Hala bana bakıyordu, 'Acaba ne diye bakıyor' oldum, "Bu kadar mı?" dedi, "Ne bu kadar mı?" dedim. "O ayraç mı neyse niye onu konuştun?" dedi. "Haa" dedim, "Şey yazıyor: Beş parasızdım ve kadın çok güzeldi". "Aman canım" dedi, "Sevdikten sonra para mı dert!". "Yalnızım ve kadın çok güzel" dedim. "Doğrusu bu mu?" dedi. "Çok yalnızım" dedim. "Bak aramızda kalsın ama ben seni sevdim" dedi, sonra yine cümlesine başlamadan önce bi takıldı, aklımdan milyarlarca güzel söz geçti ve devam etti: "Benim sevgilimin bi ablası var, sana onu yapalım mı?" dedi. "Valla, sen iyisin ha" demekten başka çarem kalmamıştı.
Ayrıca yedinci gün ritüelini kim icat ettiyse götün tekiymiş, katılmadım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder