ISSIZ KADIN
Cesaret, aptalların en çok ihtiyaç duyduğu
şeydir, ama o da en nihayetinde diğer şeyler gibi bir şeydir. Açıkçası her
bahar geldiğinde işi bırakmak istemem, baharı sevmediğimden değil, çok severim.
İşi sevdiğimden de değil, nefret ederim. Fakat bu bahar aptal bir cesaret geldi
ve işi bıraktım. Neden mi yaptım, filmin fragmanını çok sevdim, tamamını görmek
istedim. Filmin adı: Güzeller Güzeli Ezgi... Ben yaz çocuğuyumdur,
Güneşi gördüm mü aklıma, montumu çıkarmak gelir; mevsim Şubat olsa bile! Artık
kimse gölgede tutamaz beni. Oturduğum yerde kaykılmaya başlarım. Masadaki
sohbetten uzaklaşırım. Güneş beni alır ısıtır, ben güneşi alır ısınırım. Yine
öyle olmuştu. Kahvecinin kahvesini, müşterilerinin de kendisini sevmediğim
için, zaten konuşulacak ne varsa umurumda olmayacaktı ve aylardan Mart, tepede
güneş vardı. İki masanın arasındaki mesafeyi, hiç kahve içmeden, yaklaşık bir
saatte almıştım. Muhabbetin ne olduğundan gram haberim yoktu ama masaya gölge
düştüğüne göre, güneş hareket halindeydi ve açıkçası montunu sandalyeye
astıktan sonra kazağımı da çıkarmak aptalca bir hareketti. En son olarak
gerisin geri güneşi yakalamak için oturduğum yerde, ayaklarımı ileri,
sandalyemi geri iteklemeye çalıştığım esnada bir şeye çarptığımı fark ettim.
Masada bir şeydi. Ama masanın başındaki bir şeyden çok daha fazlasıydı. Üstelik
bu anı bekliyormuş ve gerilmemişti. Güldü. "Özür dilerim!" Özür mü
dilersin, ben buradayken kendim dahil kimseden özür dileyemezsin, özür
dilenecek biri varsa o da sensin, pamuktan bir sandalyede oturtulmadığın,
sadece sana özel üretilen kahveden içmediğin, güneş bile seni aydınlatmaya
çalışırken, "Ben masayı şimdi fark ettim, asıl ben özür dilerim" dedi
aptal, "Ben siz dururken önce masayı fark ettiğim için daha da büyük özür
dilerim" diye tamamladı cesur. Gülümsedi. İçim ısındı. Güneşe göz kırptım.
"Bu filmi bir daha görebilecek miyim?" Anlamadı, önce güneşe baktı,
sonra bana. "Hangi filmi?" Soruma soruyla karşılık verilmesinden
hoşlanmam; soruma soruyla karşılık veren güzel kadınlardan hoşlanırım. "Şu
fragmanında bana gülümsediğin"
Cesaret, aptalların en çok ihtiyaç duyduğu
şeydir, ama o da en nihayetinde diğer şeyler gibi gelip geçici bir şeydir. Hava
kapalıydı. Mekan Kadıköy. Tüm kadınların güzel ve alımlı, tüm erkeklerin yalnız
ve gururlu, benim taşındıktan sonra çok sevdiğim, taşındık sonra çok özlediğim
Kadıköy. Çalışmıyorsam her buluşmadan on beş dakika önce, eğer güzel bir
kadınla buluşacaksam iki saat önce gideceğim yerde olmak adetimdir. Önceki
akşamüstü numarasını aldıktan sonra çok heyecan yapıp bir hayli alkol alıp
mesaj gönderme yürekliliğini göstermiştim. Sadece bir randevu için parmaklı
demir kapısının önünden geçerken her seferinde ne güzel yer lan diye baktığı
siteye, bir gün yine aynı kapının önünden bakarken, arkasından gelen korna
sesiyle irkilen, sonra mevsim yaz olduğu için siyah camları açık arabayı
kullanan kumral güzeli görüp, kalbi aşkla çarpan ve ne bahaneyle olursa olsun
oraya girme kararlılığıyla hareket edip, pizza kuryesinin cebine 50 lira
sıkıştırdıktan sonra güvenlik engelini aşıp, araba markası ezberleyemediği için
renginden arabayı tanıdıktan sonra, kızın kapısını çalıp, o çok beklediği
pizzayı yirmi dokuzuncu dakikanın son saniyesinde değil üçüncü dakika da
getirmiş olmanın gururuyla, "Yarın buluşalım mı?" yazmıştım. İki saat
daha vardı ve gün içerisinde hiç mesajlaşmamıştık. Bir saat elli dokuz dakika
varken de durum değişmemişti. Bir saat elli sekiz dakika, bir saat kırk iki
dakika, bir saat otuz üç dakika, bir saat yirmi beş dakika, bir saat on yedi
dakika, bir saat on altı dakika, bir saat, elli dört dakika, kırk dakika varken
de. Otuz altı dakika varken durum değişti. Saat gelip geçici bir şeydir.
"Biraz gecikeceğim, özür dilerim" Günün ilk mesajı. Çok fazla gecikme
yani bir otuz üç yıl daha bekleyebilirim, senin gibi bir güzel için ama o kadar
yaşar mıyım bilmiyorum. Geldi. "Çok beklettim mi?" Güldü, çünkü
"Otuz üç yıl kadar" dedim. Heyecanımı bastırmak için tüm seçenekleri
sıraladım "Çay, kahve, bira, rakı?" Son ikisi beni çok rahatlatacaktı
ama o kahveyi seçti. Yudumlarken lafa girdi. Ben giremedim. Çevirirken lafa
girdi. Ben giremedim. Fal bakarken lafa girdi, bu sefer falcı kadın, ben yine
giremedim. Ama hesabı öderim, yalnız ve gururluyumdur. "Ne yapsak?"
Ne mi yapsak, yani şarkı, şiir, öykü, film ben bunların hepsini yaparım.
Dinlersin, söylersin, okursun, izlersin, seversin sevmezsin orasını bilemem ama
bana ilham verirsin. "Bira mı içsek?" Hava zaten kapalı, terbiyesiz
bir de karardı, üşümeye başladı, ağaçlara kıyamadım, benzinliği patlattım, "Ezgi"
dedim. Sanki bu anı bekliyormuş gibi gülümsedi. "Ben bi bira daha içsem
olur mu?"
Cesaret, aptalların en çok ihtiyaç duyduğu
şeydir, ama o da en nihayetinde diğer şeyler gibi kaybedilecek bir şeydir. Bir
sonraki başvurum geri çevrildi, iki sonraki de, üçüncüde ön elemeyi geçebilmek
için film izlemeyi teklif ettim. Fakat sabah uyandığımda yazdığım dizinin
senaryo toplantısıyla, izleyeceğimiz filmin seansının aynı saate denk geldiğini
bilsem, belki son üç gecedir yaptığım gibi en azından son gece o kadar çok içmezdim.
Dedim ki kendi kendime, oğlum diziyi başkalarına yapıyorsun zaten, filmi
kendine yap. Birlikte filmi izledik. "Hangi film?" diye sorduğunda
"Benim elini tutsam diyeceğim ama tutamayacağım filmi" diye
cevapladığım filmi. Filmde bu tarz bir sahnenin olmasının benim kurgumla bir
alakası yoktur. Beni az çok tanıdığı için çıkışta bira içmemiz de bir sakınca
görmedi. Bira içtikten sonra eve davet ettiğindeyse ben bir sakınca görmedim.
Aynı yatakta uyumak? Benim için mümkün değildi, uyuyamazdım, müzede sergilense
milyonlarca turistin görmek için geleceği bir şaheser yanı başımdayken
uyuyamazdım! "Sarılsam sorun olur mu?" Sana sarılmam sorun olacaksa
kollarımı kesebilirim, yanında yatıyorum ya bu kadarına da razıyım.
"Olmaz" dedi. Kollarımı kesmekten vazgeçtim, Sarıldım. Bebeğine
sarılan bir annenin sevgisi ve ürkekliğiyle sarıldım; kardeşinin sırtı
açılmasın diye çırpınan bir abla/abi tedirginliğiyle sarıldım; çok istediği
ayakkabıya sahip olunca onunla yatan bir çocuk masumiyetiyle sarıldım...
Uyurken çok döndüğü için her sarılmamıza bir anlam yükledim. O da, döndükçe
sırtım açıkta kalmasın diye yorganı düzeltti. Sabah uyandığımızda öptü beni.
Zorla öptüğüm elleri unutup bir kıyaslama yaptığımda hiçbir seferinde uzanıp
kendi yanaklarından öper şairlerin tedirginliğini anlamamıştım. Şimdi uzanıp
onun yanaklarını öpme tedirginliğindeyim. Bırakmak istemedim, işe gitmesi
lazımdı, ha keza kıyaslayınca biraz geç olmakla birlikte benim de. Birlikte
evden çıktık. Birlikte olmadığımız zamanlarda işteydim. İş kaybedilebilecek bir
şeydir. O gün mesai gece yarısı bitti. Aradım, tüm gün boyunca yanımda olsun
istediğimi, böyle olamayınca telefonla aradım. Konuştuk. "Sen çok
tatlısın, denemek istedim ama olmadı" dedi. "Deneme sürecinden sonra
yine işi kaybettik yani desene" dedim. Güldü!