YILBAŞI PARTİSİ
Arkadaşlarla her yıl yaptığımızdan farklı bir şey yapmak istiyorduk, yani çok gülelim çok eğlenelim, sonra bazı noktaları unutalım ki utanç duyduğumuzu karşılıklı olarak anlayalım gibi çılgın fikirlerimiz vardı.
Kadıköy yılbaşı kutlanacak yer değildi, orada daha çok arkadaşlarla rakı içer birbirimize kızardık; Taksim barzo doluydu... Bütçelerimiz de şehir dışı bir otele yetmiyordu ki zaten otele vereceğimiz paraya daha çok rakı-şarap-bira-votka-kolonya ya da ispirto alabilirdik... Çılgın partimizi evde yapmaya ve Allah ne verdiyse içmeye karar verdik.
Fakat, yemek ve meze problem olmamakla birlikte, işte anlarsınız ya, olur bazen, hepimizin iki nefes çekmişliği vardır, ondan da mı olsa diye bir iki konuşuldu. 32 yaşında olmama rağmen hala bakkala gönderilen velet muamelesi yaptığı için bana arkadaşlarım, onu da buldum...
Mekan da bizim yazlık oldu tabi ki... Ortamda asılacak kız bile yok biri evli çocuklu, öbürü sadece evli, bir diğer çiftimiz sevgili, benim gibi bir yalnız da var ki, birlikte olsak mutlu olacağımı sanmadığım bir erkek...
Ve çılgın bir parti! İçimde neden annemle evde oturmayı seçmedim diye bir soru ve peşi sıra gelen en azından herkes yarın sabah gittiğinde kalan içkiler bana üç gün yeter en az diye kendimi rahatlatma isteği...
"The Man From Earth" filmini bu geceden sonra yazdım. Yanımda bir Sanat Tarihçisi, bir Hemşire, bir Psikolog, bir Akademisyen, bir Öğretmen, bir DalYarak, bir GötVeren, bir de bunların hepsine dersine veren ben vardım:
Hz. İsa!
Kar yüzünden 2 saatlik yolu 8 saatte gelmiştim ve kar yüzünden 3 gün daha yazlıktan ayrılamayacaktım. Neyse ki yanımda "Ekmek kalmamış!", "Cigara var mı daha?", "Hadi içelim ya!",
"Ya size de rahatsızlık verdik!" diyen düşünceli arkadaşlarım vardı...
Ve nihayet kaçınılmaz sonla karşılaşmıştık, ekmeğimiz-suyumuz-cigaramız ve alkolümüz 16 saat içerisinde tükendi. Malumunuz ben de bakkala giden velet olmaktan köye kadar yürüyüp ekmek-su-82paketsigara-rakı-şarap-bira ve hatta köyde bi yokla dediler de ağızlarının ortasına vurasım geldi!!!
Gittim, ertesi gün insanlar "Ya dün gece abartmışım/abarttık" filan derken biz çılgınların çılgın partisi devam etsin diye 8 km.... Yürüdüm ve burnumdan akan sümük bıyığımın üzerinde donduğu an bakkal kapısından içeri girdim.
"Süt,Yumurta,Bal" (Reçel de olabilir) üçlemesinin hangi duygu durumunda yazıldığını o an anladım.
Duygusu şuydu, köyden gitmek kendini kurtarmak istiyordu. "Ne kadar çok ortak noktamız var" dedim.
Anlamadı! Güldü sadece. Beni köyün bakkalına alışveriş yapmaya gelen zengin züppeleriyle karıştırdığını düşündüm. "Kar,kış,kyamet..." diye lafa girdim, toparlamak adına, ne diyeceğimi merak ederek baktı bana, ne diyeceğimi bilmiyordum, "Arkadaşlarla kardan adam yaptık, çok güzel oldu" diye bağlamaya çalıştım, yemedi. Koşarak ekmek dolabına gittim 10-12 tane ekmeği kucaklayıp önüne bıraktım. "Kalabalıksınız galiba!" dedi (imalı).
"Yalnızım aslında" dedim. "Arkadaşlar dediniz ya, ben yanlış anladım galiba!" dedi (imalı). "Ya sikicem ne kadar malım" diye içimden geçirdim, "Arkadaşlar bugün var yarın yok, yol kapalı, açılır açılmaz giderler, ben yalnızım aslında!" dedim. "12 lira verseniz yeter" dedi...
Eve geldim, ekmek parçalarını çiğneyebilecekleri kadarına bölüp arkadaşlarımın karnını doyurdum, sonra "Aaaa ben sigara almayı unutmuşum" deyip yola koyulacaktım ki git gel 16 km. olunca akşam olduğunu fark ettim. Şöminenin başında en güzel aşk sahnelerini konuştuk filan....
Sabah koşarak köye gittim, köpekler kovaladı, biraz erken yola çıkmışım galiba ortalıkta insan yoktu, hayatımda ilk defa camiye girdim, sabah namazı okunuyordu. İmam karşısında kendisine gülümseyerek selam veren birisini görünce çok şaşırdı. Köpekler uyurken yine sesimi duyunca havlamaya başladı diye düşünmüş olacak ki, bana yormadı. Asıl benim peşime düştüklerini çaktırmamak için
"Aleyküm Selam" dedim.
"Karıdan mı kaçtın sen de?" diye sormaz mı..... Secdeye vardığı an kaçtım. Sonra faşişt köpekler kapıda pusu kurmuş beni bekliyormuş, bir de onlardan kaçtım.
Köy kahvesinin önüne kadar koştum, bahçe kapısını açmamla kapatmam bir oldu. Faşizme diz çöktürdüm, beni tatlılıklarıyla kandıracaklarını sanarak kuyruk sallamaya başladılar. Terliydim, kirliydim, üşümeye başladım. Kahvenin kapısı birden açıldı. İçeri girdim, dayı bana sımsıcacık bir çay verdi. Ama o'na beni siker diye korktuğumdan
"Sımsıcacık" demedim. "Allah razı olsun dayı" dedim. "Ben anlamam o işlerden, hoca gelir birazdan, o'na söylersin" dedi dayı sabah ki evlilik programının tekrarını izlerken. Aldı beni bir telaş! Tekrar kendime kırmızı kart gösterip kahveden dışarı attım. Nazi subayları kol geziyordu. Bir de ne göreyim, ben nasıl evde arkadaşlarımı besliyorum, Duygu da işbirlikçi olmuş köpekleri besliyordu!
Başımdan aşağı kaynar sular döküldü! Duygu beni fark etti ve güldü. "Niye güldün?" diye sordum.
"Beni mi bekliyorsun?" diye cevapladı. "Evet" dedim. "Tamam gel açıyorum dükkanı"....
"Issız Adam" projesinin ilk kıvılcımları burada çakmaya başladı. İmam'ın kızı olduğunu öğrenince yani. Artık benim için Yılbaşı günahtı... 8 km. geri koştum ve arkadaşlarımı evden kovdum. İkindiye mütekip öğrendim ki Duygu sevdiği çocukla kaçmış, yoksa köy yerinde kim ne alacak o vakitte! Kahveci dayının yanına gittim, bana evlilik programındaki bir kızı gösterdi, aklımdan geçen gayr-i ihtiyari dilimden döküldü:
"Yalnızım aslında".