Bir Japon Polisiyesi: Necla
Necla, japon polisiyesi gibi kadındı. "Çünkü erkek olunca polis, kadın olunca polisiye olur Necla" derdim, hiç gülmezdi, altında bi mana arardı Necla. Mal mal suratıma bakardı. Türlere cinsiyetçi yaklaşım getirdiğim gibi bir eleştiri beklerdim, onu da vermezdi. Zaten Necla'nın bana verdiği şeyler sınırlıydı: Yanında çantası olmayınca sigara paketi, arayanı olmayınca telefonu, sıkılınca televizyon kumandası ve mükemmel bir dajavu.
Her sevişmemizden sonra, "Bundan daha iyisi olamaz" diyordum. Necla ironik bir şekilde gülüyor, yani millet lafla yapamaz, o gülerken bile ironi yapıyor ve "O kadar emin olma" diyordu. Beni giderek daha da bağımlı hale getiriyordu. Zaaflarımı biliyordu, açıklarımı iyi yakalıyordu Necla.
Rahatsız mıydım? İlk başlarda hayır. Fakat sonra fark ettim ki, Necla beni sadece yatakta kendisine esir etmiyor, aslında tüm hayatımı tutuklu olarak geçirmeme sebep oluyordu. Başında bulunduğum örgütün içerisine sızan bir polise aşık olmuştum ve artık ondan emir alıyordum. Bir Japon polisiyesi: Necla.
Karşımda bir profesyonel vardı ve programlı ilerlemeye karar verdim. Önce nedenleri sıralamalıydım. Necla, bana bunu neden yapıyor olabilirdi? Bulabileceği en karizmatik erkek miydim? Hayır. En yakışıklı? Hayır. En zeki? Hayır. En aptal? Hayır. En zengin? Hayır. En Devrimci? Hayır. "En neyim lan ben!" Hepsinden biraz mıyım? Biraz karizmatik, biraz yakışıklı, biraz zeki, biraz aptal, biraz devrimci. Her ortama giderim. Evet, bu bir neden olabilirdi, bunun üzerine yürümeye karar verdim.
İkinci aşama, çözüm yollarını tasarlamaktı. Nasıl yakışıklı olmayacağımı biliyordum, beni biraz yakışıklı yapan şey zaten Necla'nın sözleriydi, olduğum gibi davranarak bu açığımı kapatabilirdim. Karizmatik olduğum anlar az da olsa vardı, soğukkanlılığımı koruduğum zamanlara denk gelir. Ama insanın başından soğukkanlılığını koruyabileceği kaç olay geçer ki? Pek geçmez, koruyabildiğim için biliyorum. Önce olay yaratmalıydım, ne olabilirdi? Gezi Parkı'na parayla bi kepçe sokmaya çalışsam, bu sefer başta tereddüt etseler de önce polis durdururdu, halk harekete geçmezdi. Ben de Necla'ya "Bugün beni evde tutamazsın" diye atarlanıp, evden çıktıktan sonra peşimden gelecek kadar etkilenmesini sağlayamazdım. Bu yüzden kitlesel olmayan ama büyük çaplı bir olay yaratmalıydım. Gece sevişirken yanlışlıkla prezervatif çıkmış gibi yapmaya karar verdim. Ama şüphe çekmemek için, Necla'nın yaşadığı andan başka hiçbir şey düşünemeyecek kadar motive olmasını sağlamalıydım. Yatak odasını gitmeden önce, beş bardak havuç-limon-elma suyu içtim, iki kilo kuru üzüm yedim, biraz da kokain çektim ve geciktirici kullandım. Necla, o anlarda belki de ilk defa benimle evlenmeyi bile aklından geçirmişti. Yanına uzandığımda o muhteşem cümleyi söylediği anı hiç unutmuyorum: "Sen benim içime mi boşaldın?" Sadece prezervatif çıkmış dersem, ona karşı çok amatörce kalacağını bildiğim için, "Yanlışlıkla büyük boy almışım" dedim. Bu yazıyı okuyan erkekler için belki yüz karasıyım ama başka çarem yoktu, karizmayı çizdirdim. Zeki bir adam gibi davrandım ama aynı zamanda zeki bir adam olmadığımı da ispatlamam gerekiyordu. Bir kadına 'benimle evlenir misin'demek ya da 'biz evlenemeyiz' demek iyi ya da kötü bir yargı belirtir. İki ihtimalden sonra da sevişmeye devam edebilirsiniz. Ama bir kadını çıldırtacak ve sizin bir 'beyinsiz' olduğunuzu söylemesine neden olacak tek cümle, bir kaza kurşunu attığınız geceden sonra "Gerekirse evleniriz" demenizdir. Hiçbir zeki erkek böyle bir söz etmez. Bu laftan sonra biraz aptal olduğumu ispatlamama gerek kalmamıştı. Sırada biraz zengin olduğumu ispatlamam duruyordu. Yani aslında çok param olmadığını, yani 'ödemem var yoksa verirdim', 'az önce bi arkadaşa verdim' gibi cümleler kuran esnaf yavşaklığını göstermem gerekiyordu. İlk defa bu kadar çirkinleştim: Necla'nın elbiselerini açık arttırma sitesinden sattım, orjinalinden pahalıya gittiler. Bu işe atılmayı düşündüm ama çok zengin olma tehlikesinden dolayı vazgeçtim, biraz aptalım. Ordan gelen parayla salı pazarından Necla'ya yeni kıyafetler aldım. Aynı kıyafetlerden pazarda da satılıyordu. Artan parayı Necla'ya verdim ve o beylik cümleyi söyledim: "Kenarda üç beş birikmişimiz olsun". Biraz şüphelendi sanırım, çünkü o bir profesyoneldi ve bu çok köy kurnazı bir yaklaşımdı. "Benim zaten bankada param var" dedi. "Benim yok ama Necla" diyerek durumu toparlamaya çalıştım. Her ne kadar kıyafetleri için üzgün olsa da ekonomik durumumu da yüzüne çarpmış oldum, artık biraz fakirdim Necla için. Planım takır takır olmasa da, paldır küldür ilerliyordu. Sıra biraz devrimci olduğumu kanıtlamama gelmişti. Lanet olsun ki, benim için işin en zor tarafı buydu. Aslında zaten biraz devrimciydim ama yaşadığım ağır faşizm koşullarında direnmek benim için bir onurdu. "Öyle onur yürüyüşü mü olur amına koyim" LGBT yürüyüşünden önce, "Teröristlerle barış günü mü kutlanır" 1 Eylül'den önce, "Baban ölse her sene mezarına gitmezsin" 10 Kasım'da Anıtkabir'e gitmeden önce aklımdan geçen cümlelerdi. Diyemedim. Bir cuma akşamı Taksim'de bir meyhane de rakı içerken, polis kimlik kontrolü yapmak için içeri girdiğinde "Rakıdan bomba olsa içimde patlatırım, inşallah üçüz olur" dedim. Polis bizim kimliklerimize bakma gereği bile duymadı. Necla güldü. En azından kendi adıma biraz devrimciydim artık.
Planım kusursuz işlememişti bunu biliyordum ama bazen hikayeyi yazdıktan sonra güvendiği insanlara okutur yazarlar, 'kusursuz değil ama..' ile başlayan cümleler duyacaklarını bilerek ve en sonunda kendileri büyük yanlışı görürler, o andan sonra bir best-seller çöpe atılması gereken ya da yakılmalı diyebilecekleri bir kitap halini alır.
"Çocuğumuz olacak"
Dönerken 700 saysam da, giderken eve 230 adım mesafede bir meyhane var, koşarak oraya gittim. 120 adımda koştum. Uçtum adeta. 6 saat sonra 2200 adımda eve geri döndüm. Necla, karnındaki çocuğu alıp gitmişti. Biraz karizmatik, biraz devrimci, biraz bi bok olmalıyım, nereye gitti acaba, ya kafayı yiycem amına koyim, filan derken koltuğun üstünde sızıp, halıya yuvarlanmışım.
Sabah uyandığımda önce ağzımdan akan salyayı sildim. Sehpanın üzerindeki kahve bardağını gördüm, Necla içine sıcak su doldurdu. İçtim. Hiçbir şey konuşmadık. Gittim yüzümü yıkadım. Geri döndüm. Kapının yanında birkaç bavul ya da valiz; şimdi düşününce o an 'bavul ne, valiz ne' diye düşünmüş olmama şaşıyorum ama duruyordu. Necla sehpanın üzerine bıraktığı paraları işaret etti, bu ayın kirası, faturası için filanmış.
"Çocuğumuz"
Necla'yı sürekli aradım. Cevaplamadı. İki ay boyunca. Sonra bir gün ev sahibi sürekli aradığı için telefondan uzak durduğum zamanlar, cevapsız aramalarda Necla'nın ismini gördüm. Geri aradım, tam açmıyo diye kapatacakken cevap verdi. Kürtaj yaptırmış.
Eve gidip, bi duble rakı daha içip sızdım. Sabah uyandığımda yanımdaki not: "Olur böyle vakalar, Türk polisi yakalar"